.

.
.

13 Kasım 2014 Perşembe

The New Fontana Dictionary of Modern Thought (Mustafa Özcan, 13 Kasım 2014)


The New Fontana Dictionary of Modern Thought

Değerli kitapsever dostlarım;

Taksim TÜYAP’ta yapılmış olan ilkine katıldığımda büyük heyecan ve mutluluk duyduğum Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın 33.’sünün gerçekleştirildiği şu günlerde bu vesile ile benim için çok özel birkaç kitaptan biri olan The New Fontana Dictionary of Modern Thought adlı yapıtı sizlere özellikle tanıtmak istiyorum.  

Çünkü dünyayı mümkün olduğunca net olarak görmek üzere ona holistik mahiyette bakmak isteyen kişilerin her yeni düşünce alanında aşkın olarak yapacakları kavram tabanlı arama ve irdelemeler sırasında başvuracakları temel bir atıf kaynağı olarak böyle bir yapıta her zaman gereksinimleri vardır.

Kitap İngilizce dili için modern düşüncenin mesleki boyutları olan teknoloji konuları dışında kalan bütün düşünsel alanlara yönelik arayışlarda bir referans ve de entelektüel kaygıya sahip kişiler için bir düşünler başucu kitabı olma özelliğindedir. Nitekim bu özelliği ile eşsiz bir nitelik sunan yapıt, esas olarak benim yıllardan beri başım sıkışınca hemen elime almakta tereddüt etmediğim çağcıl özellikte bir “düşünceler derlemesi sözlüğü’ dür.

Baş editörlüğü A. Bullock ve S. Trombley tarafından yapılarak 326 uzman katılımcın çabası ile 4000 çevresinde girişli olarak hazırlanmış olan Sözlük, tipik bir referans kitabı olarak tanınmış düşünür kişiler hariç neredeyse her tür konuya değinmekte olduğundan özellikle de entelektüel kaygıya sahip aydınlara yönelik vazgeçilemez bir kaynaktır.  Kitabın bu yönünü önemi nedeni ile tekraren vurgulayarak belirtmekten geri durmak istemiyorum.

İlk kez Fontana Press şirketince 1977 yılında yayımlanmaya başlayan, adının Türkçe karşılığı Fontana’nın Modern Düşün Sözlüğü olan bu yapıtın kırk yıla yaklaşan bir süreden beri yapılmış olan üç baskıdan sonuncusu olan 2000 yılına ait üçüncü baskısı, gözden geçirilerek genişletilmiş olan bir metin olarak bu kez HarperCollins tarafından yapılmıştır. Son baskısında yaklaşık 1000 çevresindeki giriş tamamen yenidir. Önceki 1988 baskısından kalanların çoğuysa büyük ölçüde revize edilmiş veya yenilenmiş olarak 2000 sürümü için yazılmıştır. Genişleme ile eklenen alanların başında bilgisayar, kimlik siyaseti ve çevre çalışmaları gibi günümüz ana konularının yanı sıra perestroyka, tanrı, cemaatçilik, yeni dünya düzeni, Afrika merkezcilik, eboniks, üçüncü dalga, feminizm, sanal gerçeklik, kültür sıkışması, klonlama, sömürgecilik, bulanık mantık, yapay yaşam, kâğıt mimarisi ve infoprenör, komünitaryanizm gibi yaftalar altında 21. Yüzyıl için önem sunan bu gibi düşünceleri de içinde barındırmaktadır.


Gerçi bu tür etiketlere yönelik sanal domenin internet dünyasındaki aramalar için “hazreti google”a başvurmak atılan ilk adım olmaktadır. Bununla birlikte, basit bir tıklama ile böylece gelen söz konusu devasa bilgi yığını içinden hedefe yönelik en uygun olan bilgiyi oradan bulup çıkarmanın ne denli müşkülat yaratmakta olduğu artık herkesin malumudur sanırım. Bu nedenle de genel referans niteliğindeki bilgileri açık ve seçik olarak net bir şekilde sunacak özelikteki “düşünceler derlemesi” tipindeki kitapların eskisinden çok daha önemli olmaya başladığı bir döneme girmiş ulunmaktayız diye düşünüyorum.

Mustafa Özcan (13 Kasım 2014)


Symmetry and the Beautiful Universe (Mustafa Özcan, 13 Kasım 2014)


Symmetry and the Beautiful Universe
Leon M. Lederman & Christopher T. Hill

Symmetry and the Beautiful Universe bakışım ile fizik yasaları arasındaki matematiksel özdeşliğin ışığında doğa yasalarını anlatmaktadır. Bakışım (simetri) özünde geometri kökenli bir kavram olup iki veya daha çok şey arasındaki konum, biçim, yönelim ve ölçünün uygunluğunu anlatan örüntüsel karakterdeki bir matematik terimidir.

Bu bakımdan doğanın örüntülerinin ilkeler çerçevesindeki teorik (matematiksel) anlatımı olan fizik yasaların birer bakışım şeklinde ifade edilebilir olduğu ilk kez büyük Bayan Matematikçi Noether tarafından gündeme getirerek açıklanmıştır. A. Einstein’nin de rölativite yasalarını formüle ederken kullandığı bu açıklama o günden bu yana fizik yasalarının teorik cenapta matematiksel bakışımlar olarak ifade edilmesine neden olmuştur.

İşte kitap bu gerçeğin ışığında evrenin güzelliklerini simetri ile anlatmayı denemektedir. Aşağıdaki metin kitabın tanıtımını yapan kısa bir alıntı aşağıdadır

When scientists peer through a telescope at the distant stars in outer space or use a particle-accelerator to analyse the smallest components of matter, they discover that the same laws of physics govern the whole universe at all times and all places.

Physicists call the eternal, ubiquitous constancy of the laws of physics symmetry.

Symmetry is the basic underlying principle that defines the laws of nature and hence controls the universe. This all-important insight is one of the great conceptual breakthroughs in modern physics and is the basis of contemporary efforts to discover a grand unified theory to explain all the laws of physics.

Nobel Laureate Leon M Lederman and physicist Christopher T Hill explain the supremely elegant concept of symmetry and all its profound ramifications to life on Earth and the universe at large in this eloquent, accessible popular science book. They not only clearly describe concepts normally reserved only for physicists and mathematicians, but they also instil an appreciation for the profound beauty of the universe's inherent design.

Central to the story of symmetry is an obscure, unpretentious, but extremely gifted German mathematician named Emmy Noether. Though still little known to the world, she impressed no less a scientist than Albert Einstein, who praised her 'penetrating mathematical thinking'.

In some of her earliest work she proved that the law of the conservation of energy was connected to the idea of symmetry and thus laid the mathematical groundwork for what may be the most important concept of modern physics.

Lederman and Hill reveal concepts about the universe, based on Noether's work, that are largely unknown to the public and have wide-reaching implications in connection with the Big Bang, Einstein's theory of relativity, quantum mechanics, and many other areas of physics. Through ingenious analogies and illustrations, they bring these astounding notions to life. This book will open your eyes to a universe you never knew existed.


Mustafa Özcan (13 Kasım 2014)



22 Eylül 2014 Pazartesi

Toplum mühendisliği konusu için bazı kitap önerileri (Mustafa Özcan, 22 Eylül 2014)


Toplum mühendisliği konusu için bazı kitap önerileri


KDP-Kitap Bloğu okuyanları için kendi görüşlerime göre son yıllarda piyasaya çıkmış toplum mühendisliği konusunu Türkiye bağlamında işleyen yapıtlar arasından yaptığım bu seçki merakı olanlar için kısa bir literatür derlemesi amacını taşımaktadır.

Okuyucu kitaplar hakkındaki bilgiyi yazar önadının alfabetik sırasına göre arka sayfalarına konmuş açıklamalar olarak bulacaktır.

Kitaplarla ilgili çok daha detaylı bilgileri öteki internet sayfalarında çeşitlenmiş olarak incelemek olanaklı olduğundan daha fazla ayrıntıya girerek irdeleme yapmak gereksinimi duymadım.

Mustafa Özcan (22 Eylül 2014)
  

Arslan Bulut, “Açılımın Şifreleri

Arapları Osmanlı'ya isyan ettiren Lawrence, "Bir Kürt devleti kurabilseydim, Türkler'i tarihten silecektim, başaramadım" demişti. 2000'li yıllarda Lawrence'in hedefini gerçekleştirmek isteyen çok sayıda Lawrence türedi. Bunlar sadece ajan olarak bu coğrafyaya gönderilmiş insanlar değildi. Artık yerli Lawrence'ler de vardı. Ekonominin, siyasetin, bürokrasinin ve medyanın içindeydiler. Soros gibi yardımcıları da vardı ve aleni çalışıyorlardı. Casusluk meşrulaştırılmıştı artık.

Açılım politikaları ise Türk okurunun takdir edeceği gibi birkaç ay gündemde olan bir proje değil, Turgut Özal ile başlayan, AKP iktidarı ile hızlanan bir süreçtir. Esasen AKP'nin kendisi de bir projedir, programı ise dünyayı yöneten Dış İlişkiler Konseyi yazılımıdır.


Banu Avar, “Böl ve Yut” ve “Hangi Dünya Düzeni

13 Ülkede Batı Projeleri…

Batı’nın politikaları Ortadoğu'da İsrail devleti kurulurken de aynıydı, bugün Kafkaslar'da, Balkanlar'da, Afrika ve Uzak Asya'da da aynı...

Banu Avar bu bölgelerde yer alan 13 ülkede, “Böl ve Yut” şablonuna uygun olarak, halkların nasıl birbirine kırdırıldığını, komşu ülkelerin arasına kamaların nasıl sokulduğunu, “hedefe” ulaşmak için değişmez bir yöntemin, işbirlikçiler aracılığıyla nasıl sahnelendiğini yerinde gördü; bölge insanlarını dinledi ve yaşananları yazıya döktü...

Bu kitap, Batılı devlet temsilcilerinin baskısıyla yasaklanan ‘Sınırlar Arasında’ programının son yolculuk notlarından oluşuyor...

Doğu Perinçek, “Karen Fogg’un E-postalları”

Karen Fogg'un e-posta yazışmaları, AB-Türkiye ilişkilerinin röntgenini veriyor. AB'nin Stratejik Hedefi: "Türk Devletinin ve Tarihinin Hakkından Gelmek"...

Kültürel Görev:
"Türkiye Gençliğinin Milli Kimliğini Tahrip Etmek".. Siyasal Görevler: Kıbrıs, Ege, Diyarbakır Merkezli Beylik vb. Kullanılacak Kuvvetler: "Uyuyan Köpekler"... Örgütlenme: Karen Fogg Şebekesi... Eylem Biçimi: Uslu Muhalefetten Toplumsal Patlamalara.. Örgütlenme ve Çalışma Biçimi: Gizli, Sinsi, Şifreli, Kodlu.. Karen Fogg'u Kimler, Nasıl Savundu?..
Avrupa Birliği Kapısındaki Türkiye... Karen Fogg'un e-postalarından Seçmeler...


Mustafa Yıldırım, “Sivil Örümceğin Ağında

"Her Türk bu kitabı okumalıdır!
- Rauf Denktaş

"... dillere destan Sivil Arümceğin Ağında kitabının 60
sayfası Soros'un marifetlerine ayrılmış; oku oku
bitmiyor, telefon rehberine benziyor... İçindeki
isimleri saya saya tüketemiyorsun.
- İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 21.06.2005





28 Ağustos 2014 Perşembe

Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi (*) (Mustafa Özcan, 28 Ağustos 2014)

Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi  (*)

Gönen’in yerel tarihi konusunu farklı bir kulvarda ele alan ve de özel ilgi gerektiren bir kitabın tanıtımını yapmak istiyorum.

KDP Blog ve Dağarcık Türkiye internet dergisi için yazdığım Osmanlı medreselerini ele alan ve Gönen Medresesi konusuna değinen makalede (**) referans olarak verdiğim “Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi“adlı kitabın tanıtımını yaparak bu konuda sinerji oluşsun istiyorum.

Kitap, 1993 Eylül’ünde Gönen’in Kurtuluş Günü adına yapılan Sempozyum’unda sunulmuş bildirilerin tamamının bir derlemesi olarak hazırlanmıştır. Basımı Gönen Belediyesi tarafından 1998 yılında Türkiye Diyanet Vakfı’na yaptırılmış olan kitabın dağıtımı, kültür hizmeti niteliğinde olduğundan ticari olmayıp talep edenler için ücretsiz verilme şeklindedir.

Kitapta sözü edilen Sempozyum tebliğlerinin bölge ve yerel tarih açısından önemi Kurtuluş Savaşı’nda Milli Kuvvetleri çok uğraştıran padişah yanlısı Anzavur İsyanları’nın Gönen coğrafyasında otantik olarak yaşanmış olmasından ileri gelmektedir.

Ayrıca tebliğlerin yakın Türkiye tarihi için kaynaklar açısından da olan önemi büyüktür. Nitekim Kurtuluş Savaşı’ndan sonra sürgün edilen Yüzelilikler arasında Gönen Kazası’ndan olanların sayısının ülke nüfusu ortalamasına göre neden on beş kat daha fazla olduğu Sempozyum’daki bazısı orijinal olan belgelerle desteklenmiş bildiriler vasıtası ile yetkin bir şekilde açıklanmaktadır.

Açılış konuşması Ankara Üniversitesi’nden Doç. Nesimi Yazıcı tarafından yapılan Sempozyum’da altı tebliğ sunulmuştur. Bunlar sırası ile Balıkesir Üniversitesi’nden Aydın Ayhan’ın “İşgal Yıllarında Balıkesir Çevresi ve Gönen”, Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Ercüment Kuran’ın “Hacim Muhittin Çarıklı’nın ‘Kuvayı Milliye Hatıraları’na Göre Kurtuluş Savaşında Gönen”, Marmara Üniversitesi’nden Prof. Mücteba İlgürel’in “Kurtuluş Savaşı’nda Gönen’in Katkıları”, Ankara Üniversitesi’inden Doç. Nesimi Yazıcı’nın “Hasan Basri (Çantay) ve Ses Gazetesi”, Ankara Üniversitesi’nden Prof. Yahya Akyüz’ün “Şehit Hamdi Bey’in Son Günlerine Ait İki Orijinal Mektup” ve Marmara Üniversitesi’inden Prof. Özcan Mert’in “Anzavur’un İkinci Ayaklanması’nda Cemiyet-i Ahmediye” adlı tebliğlerdir.

 Ayrıca, 124 sayfalık kitabın konuşma dilinden aktarılmış olmasından ileri gelen kolay okunulurluğunun meraklısı için ilave bir özendirme olduğunu belirtmek isterim.

Mustafa Özcan (28 Ağustos 2014)
_____________________
(*) Kurtuluş Savaşında Gönen ve Çevresi, Gönen Belediyesi, Ankara,1998


12 Temmuz 2014 Cumartesi

GELECEĞİN FİZİĞİ - Prof. Dr. Michio KAKU


Prof. Dr. Michio KAKU tarafından yazılan Geleceğin Fiziği adlı kitabın geniş bir özetine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Linkteki bu belgede, derlemenin Halit Yıldırım tarafından yapıldığı belirtilmektedir.

https://www.dropbox.com/s/kz8wcu6536whsv6/GELECE%C4%9E%C4%B0N%20F%C4%B0Z%C4%B0%C4%9E%C4%B0-%20Prof.%20Dr.%20Michio%20KAKU%20copy.docx

Sn. Atilla Dindiren'in bu paylaşımı için teşekkür ederiz.



7 Temmuz 2014 Pazartesi

Matematik Felsefesi (Stephen F. Barker) - Tarık Akın (8 Temmuz 2014)


Matematik Felsefesi (Stephen F. Barker)
İmge Kitapevi
  
Kitabın giriş bölümünde matematiğe ilişkin felsefi problemler ve bu problemlerin analizinde sıkça kullanılan kavramlar ele alınmış olup diğer bölümlerde ise, geometri ve sayılar felsefi açıdan, konular üzerine geliştirilen düşüncelerin tarihsel gelişimi de dikkate alınarak incelenmiştir.

Matematiğe ilişkin felsefi problemler ve kavramlar
Matematikteki yeni ve esaslı teknik sonuçlar eski önyargıları yıkmış olmakla birlikte matematik ve matematiksel mantıktaki sonuçlara ilişkin felsefi tartışmalar devam etmektedir.
Matematik felsefecileri daima geometriyle bağlantılı problemleri ve sayı ile bağlantılı problemleri ayrı ayrı düşünmüşlerdir.

Geometride felsefi sorunlar Öklid’in nokta tanımından itibaren başlar. ”Parçaları olmayan herhangi bir şeyin olması mümkün müdür?” sorusuyla başlayan tartışma, bugün meşru kabul edilen ve mimarlık-mühendislik çalışmalarında kullanılan öklidci geometrinin, öklidci olmayan mantıksal uyuşmazlığı nedeniyle “matematiksel doğruluk” kavramının irdelenmesine kadar uzanır.

Sayı matematiğinde ise matematiksel varoluş sorunu ortaya çıkar. Geometride varsayımsal ilkeler dolayısıyla, bir yasa içeriyor şeklinde düşünmemiz gerekmezken, sayı matematiğinde şeylerin var oluşunu ileri sürüyor gözüken birçok yasa vardır. Bu yasaların ileri sürdüğü varoluş biçimi gerçek anlamda mıdır yoksa şekilsel midir?

Matematik felsefesinin özel problemlerini tartışmadan önce, var olan bilginin niteliğinin belirlenmesi gerekir. Empirik bilgi deneyle temellendirilmesi gereken bilgidir. A priori bilgi ise deneyle temellendirilmesine gerek olmayan bilgidir. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere empirik bilgi fizik, biyoloji ve tarih gibi gözlemlere dayanan; a priori bilgi ise mantık gibi gözlemlere ihtiyaç duymayan bilim dallarının temellerini oluştururlar.” Matematiğe ilişkin bilgiyi, fizik gibi empirik mi yoksa mantık gibi a priori olarak kazandığımız” sorusu yine matematik felsefesi sorunudur.

A priori ve empirik bilgi arasındaki ayırımın başka bir unsuru da, kullanılan uslamlama türüdür. Tümdengelim, öncüler doğruysa sonucunda doğru olmasını a priori olarak bilebileceğimiz uslamlamadır. Tümevarım ise verinin ne söylediğinden bağımsız bir empirik anlam ifade eden uslamlama türüdür.

Kant yargı kavramını irdeleyerek bir şeyi bilmenin veye bu konuda bir inanca sahip olmanın, temelde “yargıda bulunmak” olduğunun farkına vararak; kullanılan yargının türüne göre, ya bilgiler birleştirilerek (sentezleyerek) ya da bilgileri ayrıştırarak (analiz ederek) analitik yargıya ve dolayısıyla bilgiye ulaşılacağını ileri sürdü.

Öklidci Geometri
M.Ö. 300’de Öklid, kendinden önceki alan ölçümlerinde kullanılan ve çoğu empirik olarak mısırlılar tarafından elde edilmiş geometrik keşifleri, sistematik bir şekilde bir araya getirerek, klasik kitabı Öğeler’i  (Elements) yazdı. Bu kitap ders kitaplığının yanı sıra “bilimsel düşüncenin ne olması gerektiği” konusunda da kendisinden sonrası için model oldu.

Öklid’in sisteminde, doğru olduğu zaten bilinen (ya da kabul edilen) öncül yasalar olan postulatlar vasıtasıyla, geometrinin diğer yasaları ispatlanmaya çalışılır. İspatlanacak bu yasalar teoremlerdir. Burada postulatların ispat gerektirmediğini düşündüğümüz de , bunlardan türetilmiş teoremlerin aslında mantıksal bir uslamlama olduğunu görürüz.

Postulatlar gibi ispata gerek duyulmayan ve doğruluğu açık olarak görülen geometrik ilkele vardır ve bunlar aksiyom olarak adlandırılırlar.

Bugün ki modern bakış açısıyla aksiyomların ve postulatların ispatlanmamış olması nedeniyle , öklidci geometrik bilginin empirik olmayan a priori bilgi olduğunu görürüz. Platon ve daha sonra Kant , geometrik bilginin duyusal gözlemlerden kaynaklanan delillere dayandırılamayacağını, dolayısıyla a priori bilgi olduğunu ileri sürdüler. Sokrates de, bu a priori bilginin, kendi yaratılış inancına uygun olarak “insan ruhunun bedene girmeden önce özgür halindeyken, zaten bu bilgilere sahip olduğunu, bedene girince unuttuğunu ve bilgiyle karşılaştığında tekrar hatırladığını” iddia etti.

Öklidci Olmayan Geometri
Öklidci geometrinin takipçileri, postulatlara dayanan teoremlerin ispatlarında, bazı postulatların sorunlu olduğunu ve bunların yerini tutabilecek başka postulatlar olabileceğini keşfettiler. Özellikle beşinci postulat yerine başka postulat koyma çalışmaları, öklidci olmayan geometrinin ortaya çıkmasına neden oldu. Üstelik bu geometri işliyordu.
Önceki filozoflar ve özellikle Kant, yasaları değişmez ve zorunluklu öklidci yanlızca tek bir geometrinin varlığına inanmışlardı. Fakat matematikçiler, yasaları öklidci geometrinin yasaları ile çelişen alternatif geometriler geliştirilebiliyorsa, matematikte ki “doğruluk kavramı” tekrar gözden geçirilmeli diye düşünmeye başladılar.

Daha sonra da, Öklid’in Öğeler eserinde bazı mantıksal boşlukların var olduğunun anlaşılması ve bunların düzeltilmesi çalışmaları, geometri için daha sıkı bir sistematik sunum stili geliştirme ihtiyacı doğurdu. Sistem öyle kurulmalıydı ki “ her teorem postulatlardan sıkı tümdengelimsel bir mantıkla, yani sadece mantıkla” çıksın. Bu amaçla öklidci geometrinin tutarlılığını sağlamak üzere, “onun bir modelini sayı teorisi içinde kurup, tutarlılığını sadece temsil eden reel sayıların tutarlılığına bağlamak” bir çözüm olarak görülmeye başlandı.

Sayılar
Geometrinin aksiyomatik formda olmasına karşın, sayı matematiği “hesaplama kuralları toplamı” olarak gelişmiştir. Yirminci yüzyıl matematiğinde artık aksiyomatik yaklaşımlar büyük oranda artmıştır. Tam sayılar ile yapılan matematik çok açık olmasına rağmen; kesirli sayılar, negatif sayılar gibi yüksek sayı türlerine gidişte bir felsefi şaşkınlık doğmakta olup, tüm sayıları tek bir aileye mensupmuş gibi görmemizi sağlayan “birleşik sayılar kuramı” ihtiyacı doğmaktadır.

Birleşik sayılar kuramı ile doğal sayılar temel sayı türü olarak kabul edilip, bu ebeveyn sayı türünü yöneten ve tümdengelimsel sonuçlar olan yasalar ile diğer sayı türleri de yönetilebilecektir.

Doğal sayılar sıfır da dahil olmak üzere bizim temel sayı türümüz olarak hizmet eder. Matematikçi Peano doğal sayıları aksiyomatik olarak tümevarımsal varsayımla ifade etmiştir.

Peano aksiyomları doğal sayılar hakkında temel ilkeleri çok açık bir biçimde ifade etmesine rağmen, diğer yüksek sayı türlerinin “indirgenmesine” yeterli temeli oluşturamazlar. Birleşik sayılar kuramının amacı, kümeler ve sıralı çiftler gibi yüksek sayıların türlerinin de indirgenmesi ve doğal sayılara uygulanan hesaplama kurallarının bu yüksek sayı türlerine de uygulanabilmesidir.

Matematikçi Cantor sayıların daha yüksek türlerinin tanımlanmasında “küme teorisi” ile büyük katkı sağlamıştır.

Sayıların cisimsiz, maddi olmayan nesneler olmasından doğan ve felsefecileri meşgul eden “sayı var mıdır?”  sorusuna cevap olmak üzere üç başlık altında görüşler ortaya çıkmıştır;

Gerçekçiler sayıların en az somut nesneler kadar kadar gerçek soyut nesneler olduğunu ve insan zihninin onları ussal olarak keşfetme  ve kavrama gücüne sahip olduğunu savundular.

Kavramcılar sayıların gerçek soyut nesneler olmasına rağmen zihnimizde yaratıldığını savundular. Nominalistler ise sayıların somut nesneler olmadıklarını ileri sürdüler.

Bugün ki bakış açısıyla ağırlık kazanan görüş ise; soyut nesnelerin kendilerinde ve kendilerinden ötürü var olduğunu, yoksa zihin tarafından oluşturulmadığıdır. Buna göre matematikçinin görevi nesneleri yaratmak değil keşfetmektir. Yani matematiğe dair bilgimiz mantığa dair bilgimizden daha gizemli değildir.

Küme teorisinde paradoksların keşfi ve bunların bertaraf edilme çalışmaları “biçimselleştirilmiş tümdengelimsel sistemlerin” ortaya çıkmasını sağladı. Buna göre sistemi oluşturan herhangi bir sembolün içeriğine değil, sistem içerisinde ifade ettiği işarete bakılır. Böyle biçimselleştirilmiş sistem işaretlerle oynanan oyun gibidir ve bize “ tutarlılık” gibi onun mantıksal özelliklerini araştırma imkanı verir.

Sonuç olarak, “ matematik evinin birçok dairesi vardır ve onun içinde birçok oyun oynanır” deyişine uygun bir şekilde; matematiğin felsefi tartışmasında, modern gelişmeler göz ardı edilmeden uslamlamalara devam edilmelidir.

Tarık Akın (8 Temmuz 2014)





21 Haziran 2014 Cumartesi

Bir Asal Sayı Bir Kareköke Dedi Ki - Marcus du Sautoy (Mustafa Özcan, 21 Haziran 2014)

Bir Asal Sayı Bir Kareköke Dedi Ki (*)


Kitabın adına bakarak rahatlıkla matematik ile ilgili olduğunu söylemek olanaklı. Gerçektende adını inkar etmeyen popüler bilimsel bir matematik kitabı. Yazarı Marcus du Sautoy bir İngiliz akademisyen matematikçisi olmakla birlikte kendini matematiği sevdirmeye adamış bir bilimci.

Ben yazarı ilk kez bilimsel belgesellerin önde gelen TV kanalı Encyclo’da matematik ile ilgili olarak hazırlanmış bir belgesel dizisinin anlatıcısı olarak tanıdım. Konuları aktarımındaki tutarlılığının yanı sıra ilginç örnek ve anlatım çeşitliliği pek çok insana soğuk gelen bu konuyu bile polisiye izler gibi izletmektedir. Nitekim kitaptaki anlatım ve aktarım tarzı da ayni başarılı bir düzeye ulaşmış. Kitabın dili hem keyifli hem de didaktik olduğundan belgeseldeki aktarım ile paralellik sunmaktadır.

Kitap beş bölümde asal sayılar, topoloji ve fraktaller, olasılıklar, sayısal şifreleme ve geleceğin tahmini konularını ele almasına karşın 7’den 70’e herkesin ilgisini çekecek örnekler üzerinden sunulduğundan matematiğin insanı zorlayan derinliğini hiç hissettirmeden akıcı bir şekilde okunabilmektedir.

Ayrıca referansları karekod ile vermesinin yanı sıra bölüm sonlarına Clay Enstitüsü’nce çözene her biri için bir milyon dolar ödül vaat edilmiş bulmacalar konulmuş olması eğlenceli olan anlatımına ilaveten kitabı daha da ilginç yapan diğer hususlardandır. 

Kitabı yaz tatiline çıkanlardan merakı asal sayılar olup ancak onu da aşan matematik meraklılarına hararetle tavsiye ederim.  

Mustafa Özcan (21 Haziran 2014)

________________

(*) Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2011



15 Haziran 2014 Pazar

Bir Nefeste DÜNYA TARİHİ - Emma Marriott (Emin M. Çizmeci, 15 Haziran 2014)


Bir Nefeste DÜNYA TARİHİ (Emma Marriott) 


M.Ö. 3500’den 1945’e uzanan bir süreç 200 sahifede nasıl anlatılır?


Emma Marriott arkasındaki dokuz kişilik ekiple bunu harika bir şekilde başarmış. Tarafsız, anlaşılır, kültürlere ve dinlere eşit mesafede durarak. En önemlisi de Batı/Avrupa ağırlıklı bir tarih yazımı yerine, dünyanın tüm diğer ülke, medeniyet, tarihi kişiliklerine yeterince yer vererek öne çıkmalarını sağlamış. Avrupa kadar kara Afrika, Okyanusya, Orta Asya, Türkler, Güney Amerika Medeniyetleri… kitapta yer bulmuşlar. Dikkatlice okunduğunda insanlık tarihinin dönüm noktaları, olayların birbirleri ile ilişkileri, çok önemli tarihsel sonuçları anlanması sağlanıyor.


Bazı örnekler verecek olursak;Aydınlanmanın (17.yy) Fransız ve Amerikan devrimlerinin temelini teşkil ettiği, keşiflerin(16.yy) temel hareket noktasının Osmanlı’nın yayılması ile tıkanan eski ticaret yollarına alternatif yeni yollar bulunmasına yönelik olduğu,İspanyol istilası ile Amerika’da yerli nüfus kırılınca (MS 1500) çalıştırılmak üzere Afrika kölelerinin getirilmesi ile köle ticaretinin başlaması,


Eski imparatorluk güçlerinin (İngiltere, Avusturya Macaristan, Osmanlı…) dağılırken de epey mücadele edip savaştıkları ama toprak kaybından kurtulamadıkları,


Osmanlının gerileme nedenlerinden birisinin de Avusturya-Macaristan ve Rusya İmparatorluklarının önemli güç olarak gelişmelerinin neden olduğu,


Medeniyetlerin büyük nehir kenar ve havzalarında oluştukları, bu duruma Girit Adasındaki Minos medeniyetinin uymadığı,


Zerdüştlüğün (M.Ö. 600) İslam, Yahudi ve Hristiyanlık gibi tek tanrılı dinler üzerinde önemli etkiler yarattığı,6000 kilometrelik ipek yolunun Moğollar sayesinde güvenliğinin sağlandığı, bunun da yakıp yıkan Moğolların bir katkısı sayılabileceği,


Budizm’in Hindistan’da kast sistemini kabul etmediği için tutunamayıp, yerini Hinduizm’e bıraktığı, Budizm’imin de kuzeye ve doğuya kaydığı,


Roma imparatorluğunun bölünme nedeninin; doğu romanın köklerinde Yunan felsefesi ve dilinin, Batı Roma’nın köklerinde ise Roma hukuku ve Latincenin yer almasının yattığını,


Adı fazla anılmayan, çok farklı coğrafyalarda da imparatorlukların hüküm sürdükleri;


Mali imparatorluğu, Fas Berberi Hanedanlığı, Zimbabve ve Swahili Sahili devleti, Aksum (Habeşistan), Zulu (Doğu Afrika), Aborjinler (Avusturalya), Maorı (Yeni Zelanda) gibi,Mücadelelerin liderleri doğurdu. (M.K.Atatürk, Simon Bolivar, Jose de San Martin, Gandi…)


Devletler amaçları doğrultusunda diğer devletlere destek verme eğilimleri olduğu; Amerikan bağımsızlık savaşında İngilizlere karşı Fransız desteği, Anadolu kurtuluş savaşında Rusya desteği…


1914’de Japonların Rusya’yı yenmesi Rus devriminin nedenlerinden birisi olması…


Gibi önemli sonuçlar kitabın satır aralarında gizlenmiş olarak durmakta. 


Emin M. Çizmeci (15 Haziran 2014)



22 Mart 2014 Cumartesi

Marcel Boll’ün Matematik Tarihi Kitabı Üzerine (Mustafa Özcan, 22 Mart 2014)



Marcel Boll’ün Matematik Tarihi Kitabı Üzerine

Bülent Gözkan’ın çevirisi ile İletişim Yayınları Başvuru Dizisi’nden 2003 yılında yayımlanmış olan bu kitap Türkçe’de matematik tarihini özet bir bakış ile gözden geçirmek isteyenler için çok uygun bir seçimdir. Kitabın Fransızca orijinalinin ilk baskısı küçük hacimli “cep kitapları” yayımlamakla ünlü Presses Universtaires de France’ın “Que sais-je?” dizisinin 42’ncisi olarak 1941’de yapılmıştır. Daha sonra pek çok baskısı yapılan kitap Türkçeye 11. baskısından aktarılmıştır.

Kitabın arka sayfasında tanıtım için aşağıdaki açıklama bulunmaktadır.

Matematiğin temel kavramlarını ve matematiğin tarihsel gelişimini kolay anlaşılır bir şekilde okuyucuya ulaştırmayı amaçlayan Marcel Boll, kitabını şöyle tanıtıyor: ''Okuyucu, bu sayfalarda kendisine bir şey öğretilmesi çabasıyla karşılaşmayacaktır. Asıl amacımız sezgisel, uyarıcı ve anlaşılır olmak olduğundan, zaman-dizinsel bir anlatımdan, bir seçkiden vazgeçtik. Bunun yerine, öne çıkan bazı ana düşünceleri, başlangıcından günümüze dek, yanlış adımları da atlamadan, her birini günlük yaşamdan alınan örneklerle, çok sayıda çizelge ve şekillerle aydınlatarak, karşılıklı bağlarını da ihmal etmeden ortaya koymayı uygun bulduk. Bu çalışma, maddi evrenin ve insani çabaların tekniklerine çok yakından bağlı, bu yaşayan ve son derece insani bilimin yapısına çok genel bir bakış sağlamayı amaçlamaktadır.''

Macel Boll (1886-1971)’ün Paris HEC’de verdiği fizik ve kimya dersleri profesörlüğünün yanı sıra hakkında belirtilecek pek çok şeyin en başında 1918-1958 yılları arasındaki 40 yıllık süre içinde yazdığı 45 kitap nedeni ile yazarlığının geldiği söylenebilir. Nitekim Boll’ün sadece “Que sais-je?” dizisinde altı kitabı daha vardır.

Öte yandan yazarın kitaplarında konuları ele alışına örnek olması bakımından Matematik Tarihi’nde izlediği tarzına dair olan bazı saptamalarımı yeri gelmiş iken de kısaca belirtmek istiyorum.

Boll matematiği sezgisel ve deneysel bakış yönünden işleyip irdeleyerek ele almayı yeğlemiştir. Bu kapsamda kitapta matematiğin kavramsal temellerini incelerken konuları matematiksel deneysellik için gerekli olan sezgisel çıkarıma dayalı keşif mantığı temelinde ele aldığı görülmektedir. Bu da yazarın matematiksel temelleri formalizm yerine Platonik idealizm veya diğer bir deyişle realizm perspektifinden bakarak kurguladığını göstermektedir.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse, Boll genelde bilimlerle ilgili yazdığı diğer pek çok kitabında olduğu gibi burada da kitap içeriğini bütünsel (holistik) bakış ile, yani kuram-kılgı bütünlüğü ile ele almayı yeğleyerek yaşam için elzem olan somut gerçekçi bir tutumu benimsemiş görünmektedir.

Yaşamı bu tür anlayış ve kavrayış kapsamında algılamanın gerçeğin olasılıkla en yüksek doğrulukta anlaşılmasında ne denli güçlü olanaklar sergilemekte olduğunu diğer pek çok yazım da vurgulamış olduğumu anımsatmaktan geri durmayacağım.

Mustafa Özcan (22 Mart 2014)

17 Mart 2014 Pazartesi

Sanat ve Estetik Kuramları ve Bireysel Bağlamdaki Değerler - Nejat Bozkurt (Mustafa Özcan, 17 Mart 2014)

Sanat ve Estetik Kuramları ve Bireysel Bağlamdaki Değerler

Akademisyen kökenli felsefeci Nejat Bozkurt tarafından kaleme alınmış olan Sanat ve Estetik Kuramları adlı yapıt (*) kendi konusunda Türkçe’de telif olarak kaleme alınmış ender kitaplardandır.

İki kesimli olan kitabın ilk kesiminde, sanat ve estetik konuları topluca ve genel bir özet olarak holistik bir şekilde ele alırken, çok daha geniş tutulmuş olan ikinci kesimde 20 tanınmış düşünürün bakışı ile sanat ve estetik kuramları konusu çok geniş bir şekilde ama bütünsel olmak yerine ayrık olarak işlenmektedir. Önceki yüzyıl biterken 21. yüzyıl eşiğinde sanat ve estetik konulu kavram ve öğretilerin çok kısa olsa topluca ele alınmakta olduğu bu ilk bölümde konular tarihsel ve postmodern düşüncenin sanata ve estetiğe bakışı bağlamında irdelenerek incelenmektedir.

Ayrıca, öteki yapıtlarında olduğu gibi açık ve anlaşılır bir dil kullanma gayreti içinde olan yazar, kitabın sunuşunda doktora tezi konusunu da kapsamı içine alan sanat ve estetiğin geneli ile ilgili olarak özgül denebilecek kendi düşüncelerini aktarmaktadır.Bu kapsamda özellikle vurgulamak istediğim şey, N. Bozkurt’un benimsediği ‘sanatın, benliği kişiliğe dönüştürme eylemi’ olduğuna dair dikkat çeken aforizmasıdır.

Bu görüş incelenmek için ele alındığında, bunun sanat konusunda yapılabilecek diğer tanımlamaları temellendirmek için ana örüntü özelliği taşıyabilecek bir öznitelik sunmakta olduğu kolayca görülür.

Ancak bunu irdelemeden önce şimdi ilkin ifade içindeki psişik iki kavram üzerinde durmak istiyorum.

Bilindiği gibi, benlik kavramı şimdilerde tüm psikolojik görünge türlerinde genel bir kullanım bulmakla birlikte orijini itibarı ile psikanaliz kökenden gelmekte olan bir terimdir. Nitekim psikolojide derinlikli, yani çocukluk dönemlerine dek inen psişik sorunların çözümlenmesi çabaları esnasında kullanılmakta olan temel bir kavram olarak Freud tarafından benimsenerek ilk kez kullanıma sokulmuştur. Kişilik ise insanın normal gelişim sürecinin daha ileri aşamalarında ulaşabildiği bir sosyal bilinç durumunu belirtmektedir. Kişiliğin oluşmuş olması bireyin benlik ötesi bir bilince sahip olduğunu gösterir. Zihnen hastalık veya bozukluk içinde olmayan her yetişkin bireyin ulaşmış olduğu bu durumun pek çok kipinin bulunduğunu yeri gelmişken belirtmeden geçmeyelim.

Bu saptamalar ışığında ifadenin genel bir değerlendirmesi bize sanat anlayışının bireyde ergin olma durumu ile birlikte ortaya çıkabilecek bir gelişim evresini gerekli kılmakta olduğunu göstermektedir. Bu bakıştan sanat üreten toplumun gelişkin ve ergin bireyler topluluğu olduğunu belirtmek yanlış olmasa gerekir.

Sonuç olarak sanat üretmeyen bir toplumun ileri bir toplum olma olasılığının bulunmadığını söylemek çok yerinde bir saptama olacaktır sanırım.
______________________
(*) Bozkut, N. , (2000), Sanat ve Estetik Kuramları, Asa Kitabevi.

Mustafa Özcan (17 Mart 2014)


21 Şubat 2014 Cuma

Okumanın Tarihi - Alberto Manguel (Emin Çizmeci, 21 Şubat 2014)



OKUMANIN TARİHİ

Yazarı:  Alberto Manguel
Çeviri :  Füsun Elioğlu
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları


Kadıköy Düşünce Platformu-Kitap bloğu takipçilerinin özellikle okumaları gereken bir kitap.
Ünlü yazar Borges'e körlük yaşadığı dönemlerde, on altı yaşında kitap okuyuculuğu yapan yazar, uzun ve verimli yıllar sonrası ulaştığı yerin güzel bir örneğini bizimle paylaşmış.
Kitap Gustave Flaubert’in bir sözü ile başlıyor, “YAŞAMAK İÇİN OKUYUN.”
Neler yok ki bu kitapta; “Sessiz kalmak için okuyun” öğüdünden tutun da, Cervantes’in okuma sevgisi ile sokakta bulduğu kırpık kağıtları bile okuduğuna, neyi okuyacağımıza kendimizin karar vermemiz gerektiğine, sesli ve sessiz okuma süreçlerine, Latincenin 16. yy ortalarına kadar bürokrasinin, din işlerinin ve bilimin dili iken, ana dillerin 16. yy’dan itibaren başlayan etki artışları ile sürece dahil olmaya başlamalarına, okumayı öğrenmenin okur-yazar bir toplumda bir tür üyeliğe kabul töreni olduğuna, kitap malzemelerinin değişim sürecine (kil tablet, papirüs, parşömen, kağıt, bilgisayar), nerelerde okunması gerektiğine (açık havada, tuvalette…), iyi yatak ve kitapların 12. yy’da zenginlik göstergesi olduğuna, Francis Bacon’ın “ kimi kitapların tadına bakılır, diğerleri yutulur, pek azı da iyice çiğnenerek sindirilir” deyişine, günümüz iç mimarlarının odalara raflar dolusu kitap koymaları ya da kütüphane etkisi yaratan duvar kağıdı önererek, mekana seçkin bir hava kazandırmaya çalışmalarına, kitap hırsızlıklarına, okuma yasaklarında nelerin yaşandığına. ABD’de zenciler konulan okuma yasaklarına, Nazi kitap kıyımına, diktatör Pinoche’nin Don Quijote romanını bireysel özgürlüğe davetiye ve geleneksel otoriteye başkaldırı gerekçesiyle yasaklamasına, okuma gözlüğünün 1300’larda İtalya’da bulunduğuna kadar daha neler neler.
Tanıtım yazımı MÖ 4. yy’da edilmiş bir sözle tamamlayayım. “OKUMA BİLENLER İKİ MİSLİ GÖRÜRLER.”
İyi okumalar, iyi görüşler.

Emin M. Çizmeci (21 şubat 2014)