.

.
.

30 Nisan 2016 Cumartesi

Dort Rapor (Derleyen Necip Azakoğlu, Tarihçi Kitabevi Yayınları)


Dört Rapor

Müttefik Kuvvetler Komisyonu'nun (ABD, Büyük Britanya, Fransa, İtalya) "Yunan Mezalimi"ni Araştırma Raporları 1919-1921

* * *

General Harbord'un Ermenistan'da Amerikan Mandası Raporu 1919

Derleyen Necip Azakoğlu
Tarihçi Kitabevi Yayınları


Güney Marmara'daki Yunan Mezalimini konu alan olayları Batılılarca hazırlanmış belgeler üzerinden ele alması bakımında son derece önemli olan bu kitap, Cahit Kayra’nın önsözü ile Tarihçi Kitabevi Yayınları tarafından Nisan 2016’da yayınlanmıştır.


28 Nisan 2016 Perşembe

Duyuru: Yazar Sezen Özol'un imza günü



Duyuru:
Gönenli değerli yazar Sezen Özol için tanıtımını bu ortamda yaptığımız "Eski Hayaller Alırım" adlı kitabı için Gönen'de 1 Mayıs 2016'da Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından organize edilen kermes kapsamında imza günü tertiplenmiştir. 

Gönen Parkı içindeki Kordon Park Cafe'de saat 11:00'de başlayacak olan etkinlikte yazar saat 13:00'dan itibaren okuyucuları ile buluşacaktır. 

Tüm kitap severlere duyurulur.


16 Nisan 2016 Cumartesi

Modernleşen Çin’in Tarihi (Michael Dillon) (Mustafa Özcan, 16 Nisan 2016)


Modernleşen Çin’in Tarihi

Birleşik Krallık Durham Üniversitesi Çağdaş Çin Araştırmaları Merkezi kurucusu ve yöneticisi Michael Dillon’un kaleme aldığı Modernleşen Çin’in Tarihi adlı yapıtın Aydın Atılgan ve E. Ümit Atılgan’ın değerli çabaları ile Türkçeye çevrilmiş olması, süper güç Çin’in modernleşme süreci hakkında bilgi edinmek isteyen entelektüeller için çok önemli bir kazanım sağlamış olmalıdır. 
Öte yandan, 2009’da Pekin Tsinghua Üniversitesi’nde konuk öğretim üyeliği ile Çin’i otantik olarak görmüşlüğünü de dağarcığına katmış olan tanınmış Çin tarihi uzmanı olan kitabın yazarının ayrıca konuya giriş niteliğinde olan bir de Contemporary China: An Introduction adlı yaptının daha olduğunu yeri gelmişken vurgulamalıyım. 
Modernleşen Çin’in Tarihi adlı yapıt, modern dünya tarihinin en önde gelen olgularından biri olarak kabul edilen Çin’inin modernleşmesini günümüzden bir bakış ile inceleyerek konuyu tüm boyutları ile gözler önüne seriyor. Konunun omurgasında klasik bir Ortaçağ imparatorluğu görünümündeki Çin’in Mançu kökenli Qing Hanedanlığı döneminden günümüzdeki modern durumuna gelene kadarki tarihsel olayların anlatısı bulunmaktadır. Bu kapsamda Çin’in Afyon savaşlarından günümüz karma ekonomili yapısının kurucusu kabul edilen Deng Xiaoping'e dek olan yaklaşık 150 yıllık dönemdeki gelişmeler imparatorluğun geçmişine yapılan retrospektifler bağlamında çeşitli yönleri ile ele alınıp incelenmektedir.
Konu odağını, tanıtımını yapan pasajdan yazarın bir cümlesini alıntılayarak bir de onun gözünden vurgulayarak görelim:
“Bu çalışma Çin’in modern dönemdeki tarih anlatısıdır. Her ne kadar ÇKP’nin iktidara geldiği 1949 esas alınarak ikiye ayrılan 20. yüzyıl daha fazla ağırlık taşıyor olsa da bazı noktalarda 19. yüzyıl ayrıntılarıyla incelenmiş ve daha yakın tarihli gelişmeler de Çin’in uzun imparatorluk tarihi bağlamında ele alınmıştır.”
***
Öte yandan, Qing dönemi tarihi ile Osmanlı tarihi karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde iki tarihsel süreç arasında pek çok benzerliklerin var olduğunu hayretle görmek mümkün olmaktadır. 
Örneğin, her iki Ortaçağ imparatorluğun da kutsallıktan kaynak alan bir iradi gücün denetimi altında halkını mutlak bir totalitarite ile her durumda baskıladığı görülmektedir. Bunun nedeni ise, her iki devlette de yegâne erk olan yönetimin gücünü semavi iradenin kutsallığından almasında yatmaktadır. Diğer bir deyişle, Batı’dakiler ile karşılaştırıldığında Ortaçağ Doğu imparatorluklarının devlet düzeni, göksel iradeye çok daha bağlı, onun kutsalından çok daha fazla kaynak alan bir meşruiyet üzerine tesis edilmiştir. 
Gene öne çıkan benzerliklerden biri de değişim ve dönüşümün önemli tarihsel aşamaların kronolojisi ile ilgilidir. 1919’un Mayısı her iki ülke için de uluslaşma sürecinde doruğuna doğru atılan hamlelerin yapıldığı aydır. Devamındaki süreçte Çin Komünist Partisi’nin 1921’de kuruluşu ve Guomingtang’ın varlığını tam olarak 1923’te tesis etmesi Türkiye tarihi ile karşılaştırıldığında bize tarihin ne denli küresel ve holistik (bütünsel) olarak ele alınması gerektiğine dair önemli bir ipuçu veriyor olmalıdır.
Ancak, gene de bu durum iki imparatorluğun modernleşme sürecinde bazı temel farklılıkların olduğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu farklılıklar özellikle modernleşme sürecindeki kültürlenme olgusunda kendini belli etmektedir. Kültürel dönüşüm sürecinin iki ana başlığı olan tinsel (manevi) ve tensel (maddi) dönüşüm ulamlarını temsil eden temel kurumlar olarak sırasıyla bir yanda yaşam ve yönetim anlayışını, öte yandaysa ticaret ve dili görmek olanaklıdır. Bu durumda Osmanlı tinsele daha yakın olan bir kültürlenme tarzını benimsemiş olaraktan bu alanda dönüşmeye yönelmişken Çinlilerse bunun tersi olarak hep kendi ticaret ve dilini önemseyen pragmatik bir çağdaşlaşma yaklaşımı benimseyen tutum takınmışlardır.
Kâğıt, pusula, barut ve matbaa gibi tarihinin en önemli dört buluşunu insanlığa kazandıran dünyada sürekliliği olan küllerinden yeniden doğan en eski medeniyet olan Çin’e bu başarıyı sağlayan etmenin ne olduğu sorulursa, verilecek cevap yukarıdaki saptama doğrultusunda olacaktır. Dünyanın en eski sürekliği olan yazılı dilini kullanan yeryüzündeki ilk seküler entelijansiyaya sahip olmak diyebiliriz. 

Mustafa Özcan (16 Nisan 2016)

Eski Hayaller Alırım (Sezen Özol) (Mustafa Özcan, 16 Nisan 2016)


Eski Hayaller Alırım(*)

Başlık biraz roman janrından fantastik edebi bir yapıtınmış gibi gelse de Sezen Özol’un (**) daha çiçeği burnunda otobiyografi kitabının adıdır. 2016 Martı’nda basımı yapılmış kitabı okuyup tanıtımını yapmanın benim için çok keyifli bir meşgale olduğunu baştan söylesem herhalde doğru bir iş yapmış olurum. Yazarın üççeyrek yüzyıllık yaşamının ilk çeyreğini anlattığı yapıt o denli sürükleyici ki, yaşamımda ilk kez olarak 328 sayfalık bir kitabı iki günde bitirdim. Medrese eğitimi için söylenen “benim oğlum bina okur döner, döner yine okur’ deyişine sadece mecazen uysa da, bazı bilimsel kitaplarımı aralıklı olarak yıllardan beri okuyup durduğum düşünülürse ne denli önemli bir rekor kırmış olduğum kolayca anlaşılır! 
Sezen Özol yurt çapında tanınmışlık ölçütüne göre önlerde göze çarpan bir yazar olmamakla birlikte işlediği konular ve anlatımdaki gücü, etkililiği, derinliği ile aktarımdaki diyalektiği ve çeşitliliği yönü bakımından olağan dışı nitelikleri olan kıdemli bir yazarımızdır. Yaşama bakışı ve yaşanmışlıklardaki derinlikleri görüş ve aktarışındaki bu özgünlüğü, O’nun ömrü ile kıyaslandığında oldukça kısa olan yaklaşık çeyrek yüzyıllık belgesel roman yazma deneyiminde çok verimli altı yapıt ortaya koymasına bu diyalektik ve holistik yaklaşımı neden olmuş olmalıdır diye düşünüyorum. Kısaca özetlediğim bu edebi tarz ve geçmişinin ötesinde yaşanmışlıktaki çeşitliliğine örnek olması kabilinden geride bıraktığı başarılı avukatlık yaşamını da bu noktada yeri gelmişken vurgulamadan geçmemek gerekir.
Yazarı çok daha yakından tanıyan biri olarak oğlu Özgür Özol’un Yazar ve kitabı tanıtım amacı ile yazdığı Önsöz’den bir paragrafı alıntılayarak konuya bir de içeriden olan bir bakışa da yer vererek dıştanlığa denge oluşturmak istiyorum: 
“Yaşamın değişmez kuralıymış derler; her kuşak, kendisinden öncesinin artık dünyada olanları anlamadığını düşünür, bunda haklı olduğuna kendini inandırırmış. Ancak herhalde tüm kuşaklar arasında, bu haklılık yanılgısına kolay düşebilmemiz için en çok malzeme bizlerin, yirminci yüzyılın bu son şehirli kuşağının eline verildi. Elektrik bile bulunmayan bir kasabada doğmuş olan babamın bugünlerde dizüstü bilgisayarında tıkırdarken gördüğüm ellerinin, bir zamanlar gerçekten karasaban sürmüş olduğunu, hem de bunu "otantik bir deneyim yaşayayım" kaygısıyla yapmadığını, yaşamı boyunca süreceğine inanarak başladığını kavradığım ana kadar, ben de bizlerdeki bu büyük yanılgının ayırtına tam anlamıyla varamamıştım”.
Bu değerli otobiyografik yapıtı, her kuşağa ve her yaşamsal algı tarzına hitap etmesi nedeni ile okuma alışkanlığı olan herkese önererek okunmasından kendince elden geldiğince dersler çıkarılmasını arzulamakta olduğumu ifade etmek isterim… 
Mustafa Özcan (16 Nisan 2016)
_________________
https://tr-tr.facebook.com/SezenOzol/

3 Nisan 2016 Pazar

Herkes İçin Bilim Kitaplarına Bir Örnek: 7 Kısa Fizik Dersi, Carlo Rovelli (Yüksel Atakan, 3 Nisan 2016)


Herkes İçin Bilim Kitaplarına Bir Örnek: 
7 Kısa Fizik Dersi, Carlo Rovelli 
(İtalyanca, Almanca ve İngilizce)

Avrupa'da satış rekorları kıran bu 83 sayfalık kitapçıkta Carlo Rovelli (1956) fizikte çığır açan 7 büyük buluşuu küçücük bir kitaba herkesin anlayacağı bir şekilde sığdırmış.

Nereden geliyoruz? 20. YY'ın her şeyi çiğneyip geçen buluşlarından beri fizikçiler, evreni, zamanı, uzayı (mekanı) ve bizi çevreleyen her şeyi içten ve dıştan bir arada tutan kuvvetleri ve parçacıkları ele geçirmenin peşindeler. Carlo Rovelli işte bunu, bu büyüleyici kitapçıkta yazıyor.

Kitapçıktaki 7 ders:

1. Kuramların en güzeli (Einstein'ın Genel Görelilik kuramı)
2. Kuantumlar 
3. Evrenin (Kozmos) tasarımı (mimarisi)
4. Parçacıklar
5. Uzayın dokusu
6. Olasılık, Zaman ve Kara Deliklerin Isısı
Sonuç: Biz 

İlk dersten bazı alıntılar:

Einstein'ın 'Genel Görelilik' kuramından ne anlaşılmalı?

'Kütle çekimi alanı, önceleri düşünüldüğü gibi uzayda (mekânda) yayılmıyor; kütle çekimi alanı uzayın ta kendisidir! Genel Görelilik kuramındaki ana düşünce budur. Her şeyin harekette olduğu Newton uzayı ile ağırlık kuvvetini taşıdığı düşünülen kütle çekimi alanı aynıdır ve tektir. Uzay, maddeden başka bir şey değildir. Uzay sadece, evrenin maddesel bileşenidir, o kadar! Uzay, dalgalanan, kabaran, bükülen, buruşan bir nesnedir! Bizler, görünmeyen sabit bir nesneye hapsedilmiş değiliz. Sürekli şeklini değiştiren yumuşakça, devasa bir nesne içinde gömülüyüz.

Güneş, çevresindeki uzayı büker, dünya, güneş'in çevresinde, güneşin onu sihirli bir kuvvetle çektiği için değil, çevresindeki uzay büküldüğü için (bir huninin içinde dönen bir bilye gibi), bu bükülen uzayda düzgün bir şekilde ilerleyerek güneşin çevresinde döner. Gezegenlerin, güneşin çevresinde dönmeleri ve maddenin yere düşmesi hep uzayın bükük olmasındandır.

Ama sadece uzay değil,  'zaman' da büküktür. Einstein, 'zaman'ın yükseklerde, alçak yerlerdekine göre daha çabuk geçtiğini bize önceden söylemiştir. Aradaki fark çok küçük olmakla birlikte bunun doğruluğu sonradan ölçülerek kanıtlanmıştır. İkiz kardeşlerden deniz kıyısında yaşayanı, yüksek dağın tepesinde yaşayan kardeşini, kendinden biraz daha yaşlı bulur. Einstein ayrıca güneşin ışığı da saptırdığını öngörmüştür. Bunun da doğruluğu 1919'da yapılan ölçümlerle kanıtlanmıştır.

Büyük bir yıldız, yakıt maddesinin (hidrojen) tümünü tükettiğinde söner. Yıldızın arta kalanı, yanma ısısıyla dengelenemediğinden, kendi ağırlığının basıncı altında, uzayı iyice bükerek oluşturduğu deliğin içinde çöker, kaybolur. İşte çok duyduğumuz 'Kara Delikler' böyle oluşuyor.'

Bu harika kitapçığı Türkçe'ye çevirip yayımlatacağını fizik profesörü bir arkadaşım bana yazdığı için mutluyum. Yukarıdaki kısa alıntıdan da görüldüğü gibi, böylelikle okuyucuların fiziğe olan ilgisi daha da artacak ve popüler bilim dünyamıza da güzel bir kitap kazandırılacaktır.

Almanca'sından Tanıtan: Yüksel Atakan, Dr. Fizik Y.Müh.

ybatakan@gmail.com

(3 Nisan 2016)




Kütüphane Haftası İçin Bir Durum Değerlendirmesi (Mustafa Özcan, 3 Nisan 2016)


Kütüphane Haftası İçin Bir Durum Değerlendirmesi

Kütüphane Haftası Türkiye'de 1964 yılından beri her Mart ayının son Pazartesi ile başlayan hafta içinde kutlanır.
Kutlamanın amacı, başta öğrenen gençler dahil olmak üzere tüm yurttaşlara okuma alışkanlığını ve zevkini aşılamak ve geliştirmektir. Böylece kitap sevgisini artırarak, okuyanın bir bilgi kaynağı olarak kitaptan daha çok yararlanmasını ve kütüphanelerin gelişmesi sağlayarak toplumsal bilinçlenmeye süreğen bir katkı vermek hedeflenmektedir.
20.yüzyılda yaşanmış olan sıcak ve soğuk savaş sonrası şimdi 21.yüzyılda yaşanmakta olan terör tipi savaşın ardından egemenlik kuracak olan bilgi savaşı döneminde başarılı olmak için Büyük güçlerce kolayca manipüle edilebilen medyayı izlemek yeterli değildir. Bu daha zor manipüle edilebilen bir bilgi ortamı olan kitabı okuyarak ve kitap yazarak Dünyayı anlayan entelektüel bir kitleye sahip olmakla mümkündür. Böyle bir entelektüel kitleye, yani entelijansiyaya sahip olma hedefi artık tüm toplumlar için hayati bir önem kazanmıştır. 
Bu nedenle gelir düzeyi bağlamında kıyaslandığında Dünya’da kitap okuma alışkanlığı bakımından ülkeler arasında çok geriden gelen Türkiye’de kitap okuma alışkanlığımızı geliştirmek konusunu temel hedef kapsamındaki bir meşguliyete dönüştürmemiz gerekmektedir. Bu yönde daha çok çabalama içinde olmamız gerektiği aşikar bir şekilde apaçık ortadadır. 
Bu nedenle bu kapsamda, başta Milli Kütüphane ve Halk Kütüphaneleri ile diğer resmi kurumlarımız olmak üzere, kitap okuma ve okutma ile ilgili dernekoluşumplatformortam ve bireysel durumlarla ortaya konulacak kendilikçi görev anlayışlara daya lı çabalar büyük sorumluluklar düşmektedir.
Öte yandan şüphesiz ki, yukarıda sözünü ettiğim bu “dünyasal bilgi savaşı”nın galiplerinden biri olmak Türkiye Cumhuriyetinin de en doğal hakkı ve hedefidir. Buna ulaşmaktaki yolu ise, küresel düşünüp yerel hareket eden, yani gerçek anlamıyla bilgi toplumu olmaktan geçmektedir. Bu doğrultuda bilgi toplumu olabilmek içinse doğaldır ki, duygudaşlığa, hoşgörüye, adalete, özgürlüğe, dayanışmaya, doğal çevreye, eğitime, bilime ve araştırmaya birinci derecede önem vermek gerekmektedir.
Hafta münasebeti ile bu kapsamda görev üstlenmiş Türkiye’deki halk kütüphanelerinin amacından söz etmeden geçmemek gerekir. 
Halk Kütüphaneleri, sorunları bilgi ile çözebilen mutlubaşarılıtatminli, dolayısıyla çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış bir bilgi toplumu yaratmayı, Ulusal Kültür mirasımızı yaşatarak ve gelecek kuşaklara aktararak bölgenin kültürelsosyal ve teknolojik kalkınmasında önder olmayı kendisine şiar edinmiş bir vizyon ve misyona sahiptir.

Herkesin durumdan kendiliğinden sorumluluk üstlenerek  bu Hafta içinde bir kütüphane ziyareti ile bu evrensel olguya katkı sağlamasını dilerim.

Mustafa Özcan (3 Nisan 2016)