.

.
.

9 Haziran 2018 Cumartesi

Bilgi Teorisi ve Mantık - Prof. Ernst von Aster (Yavuz Özler)


Prof. Ernst von Aster'in 1972'de dilimize Macit Gökberk tarafından çevrilen Bilgi Teorisi ve Mantık isimli kitabından özettir.



BİLİMLERİN  ÖZEL  METODLARI.
Bu bölümde bilimler ile bilim metotlarının ortaya koyduğu soruları , öncelikle hangi bilimleri ve bunları nasıl sınıflayabileceğimizi görelim. Bu sınıflamada, teorik matematik disiplinler (düzen formları) ve realite ile ilgili disiplinler (deney bilimleri) vardır. Düşünmemiz, tüm nesnelerin düzen formlarına göre şekillenir. Bunlar, sayılar dizisi ile bunun genişletilmesidir, ayrıca mümkün olan bir çok mekânların (real mekan bunlardan biridir) düzen formları vardır.

Matematik salt tümdengelimsel (dedüktif) olan bir bilimdir, matematik öğeler ve aralarındaki bağlar olan aksiyomlardan doğan nesnelerin niteliklerini tümdengelimle çıkarır ve gereğinde kabul edilenlerin yerine konulabilecek başka aksiyon ve  düzen  formları  geliştirir. Bu formlardan hangisinin gerçekleşeceğini, mekânın özelliklerini ancak deney gösterebilir. (Bu bakımdan real mekânın bilimi olarak geometri de bir deney bilimi, bir doğa bilimidir).

Realite, deney ile uğraşan bilimler 1- İnorganik doğa bilimleri (fizik ve kimya temelli), 2- Biyoloji bilimleri, (canlı doğa), 3- Psikoloji bilimi (ruhsal olaylar),  4- Kültür bilimleri (devlet- insan toplumu ilişkileri) dir. Bu dört grup birbirinden bağımsız değildirler. Canlı organizmalar canlı cisimlerdir, hayat lerinin, fiziksel-kimyasal nedenlerle kavranması ilkece mümkündür. Bunun olup olamayacağına ancak ilerleyen bilimin kendisiyle karar verilebilir.

Ruhsal olaylar canlı vücuda bağlıdırlar, yalnız canlı varlıklar algılarlar, duyarlar, iradeye sahiptirler. Bu yüzden psikolojinin, yardımcı bilim olarak biyolojiye, fizyolojiye mutlaka ihtiyacı vardır. Ruhsal olayların sadece fizyolojik, sinirsel süreçlerin gölge olayları olduklarının hiç olmazsa ilkece belli olması ile ruhsal olaylar biyolojik kanunlara indirgenebilir. 

Gelişmeleri bilimin kendisi gösterecektir. İnsan bireylerini ortadan kaldırırsak, devletleri de, kültürleri de ortadan kaldırmış oluruz. Ruhsal bir varlık olan insanı kendisine konu yapan bilim de ancak psikoloji olabilir. Bununla birlikte, insanların eylemlerinin gündeme gelmesi  psikolojik kanunlardan  çıkarsanamayan, tek insan yerine, onun tarihsel  süreçte siyasetin, dilin, sanatın, bilimin gelişmesiyle ilgili kanunların olması mümkündür, bunu da ancak yine ilerleyen bilimin kendisi gösterecektir. 

Bir sınıflama da, 1) Betimleyen ve açıklayan bilimler. Bir nesneyi, birbirinden ayrılabilen parçalarına bölmekle başka nesnelere göre bulunduğu yeri belirtmekle betimleriz.  Açıklama  ise söz konusu nesneyi hangi koşullar altında bekleyeceğimizi bildiren kanun bağlılıklarını arar. Baştan aşağı betimleyici olan bir bilim, coğrafya ile astronominin bir kısmıdır, betimlemenin biyoloji bilimlerinde, botanik ile zoolojide, oldukça geniş bir yeri vardır. 2) Kanun bilimleri ile tarih bilimleri. Kanun bilimleri (Nomothetik ) fizik, kimya, biyoloji ve psikoloji olup, tek olayı, bir örnek olarak anlar ve bu  örnekte genel kanunu ya da cinsi öğrenmek ister. Tarih bilimleri, tek olayın kendisini inceler ve onu bireysel olan bir gelişme çizgisi olarak betimlemeye çalışır. Fizikçi bir cismin düşmesini, zoolog tek hayvan türün örneği olarak, kültür bilimleri (tarih) bu bilimlerin en katıksız şekli, tek bir kişinin biyografisini çizmek,  tek, tek devletlerin ve kültür  kollarının  gelişmesini  göstermektedir. Ancak, bildiğimiz gibi, doğa bilimlerinde bir tarih kısmı, tarih bilimlerinde de bir kanun kısmı yoktur denemez. 

Fizikte evrenin bir defalık olan gelişmesi sorunu tarihsel bir sorudur, yalnız fizik çerçevesinde bu sorun ikinci derecede kalır, cevabı da fiziksel doğa kanunları bilgisi ile çıkarsanabilir. Durum biyoloji bilimlerinde farklıdır, türlerin birbirlerinden türeyişleri, yeryüzümüzdeki organizmalar dünyasının bir defalık olan gelişmesine, bu önemli tarihsel soruya, türü tükenmiş  bitki ve hayvanların incelenmesi ilk elden materyal sağlar. 

Buna karşılık, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasının bugüne kadar ki gelişmesi, bir defalık olan bireysel bir olaydır. Tarihsel kavram konstrüksiyonlarının fizikten biyolojiye  geçerek kültür bilimlerine yaklaştıkça, önemi artar. Yine bir kanun bilimi olan psikolojinin de tamamlanması için, özellikle de tipik karakterde gelişmenin genel yönünü gösteren biyografilere ihtiyaç vardır. Ama öte yandan kültür bilimlerinde bir kanun öğesi vardır, bu durum en açık olarak dil bilimleri ile Ekonomik  hayatın biliminde görülür. Dilin ve ekonominin gelişme kanunları vardır. Örnek, filolojide, halk Latincesinden Roman dillerine vardıran genel  gelişme çizgisi ilk önce belirtilmiştir, yani kesin anlamıyla bir defalık ve tarihsel olan bu gelişmeden genel kanunlar çıkarılmadan önce gösterilmiştir. Bütün kültür bilimlerinden önce gelen genel bir kanun bilimi olarak, insan topluluklarının mümkün formlarıyla bu formların bağlı oldukları genel kanunlar üzerinde bilim olarak sosyoloji ortaya çıkar.

 Böyle bir sosyoloji, genel psikoloji, insan kültürünün bütün tarihinde, siyasal, ekonomik, kültürel kollarında  belirli aşamalardan geçen bir gelişme çizgisi olarak kurmak denemesine dönüşecektir. Genel fizik ile sosyoloji ve kanunlarını karşılaştırdığımızda, depremin anlaşılır hale gelmesi gibi ekonomi, siyasal, kültürel oluşumlarda bireysel gidişi önceden söylemek zordur.

Coğrafya ve astronomi uygulanmış bir fizik olma yolundadır. Sosyoloji  tarihten  çıkarsanmış soyut bir şema durumundadır. Biyoloji, organizmalara, bedenleri organlardan oluşan varlıklara ilişkin bir bilimdir. Organlar aletlerdir, canlı bedeni oluşturan kısımlar, aletler onun kendini ve türünü sürdürmesine  yarar. Organizma, bu aletlerin yardımıyla kendisini sürdüren varlıktır. Organizma  için  olan, onda ilk göze çarpan ereğe uygunluktur. Her organ, bütün bedenin, onun sürüp gitmesinin, hizmetindedir. Şu demektir, bütün olarak beden kısımlara egemendir, bu anlamda, beden, kısımlardan önce vardır, yönetici etken olarak, canlı bedende üstün olan nedensellik, bütünlük nedenselliğidir. Doğanın inorganik  ve  organik  bölgeleri arasında kesin bir ayrılık var mıdır? Taraflar birbirine indirgenebilir mi? Ereğe uygun olan kısımları, bütün tarafından belirlenmiş olan organik  görüngüyü  üstün tutan ya da hiç olmazsa bu görüngüye inorganik olay karşısında bir bağımsızlık tanıyan anlayışa vitalist görüş, organik olanı inorganik olana, organik kanunları fiziksel-kimyasal kanunlara indirgemek isteyen, dolayısıyle, organizmayı sadece karmaşık bir makine olarak anlayan görüşe de mekanist görüş denir. Vitalist anlayışın karakteristik yönü, canlı organizmadaki her görüngü ve kısım karşısında, bu görüngü ve kısmın bütünün hizmetinde ne gibi bir erek ve anlamı olduğu sorusunun sorulmasıdır. Mekanist görüşte ise, organik yapı bu bir ereğe göre oluşmuştur.  

Biyoloji ile felsefesinin tarihinde bu iki çığır hep birbirinin ardından gelmiştir. Antik çağda Aristoteles vitalizmin, hem de bütün doğayı içine alan bir vitalizmin tipik temsilcisidir. Aristoteles'in kanısına göre, doğadaki bütün görüngüler, bir ereğe varmak isteyen oluşturucu güçlerin etkisindedirler. Yine Antik Çağda Demokritos ile Epikuros'un savundukları  mekanist  görüş, Yeniçağın başlangıcında mekaniğin doğa bilimleri için temel bilim olduğu dönemde üstün olan anlayıştır. Bu dönemde bedendeki organların belirli mekanizmalarla, örnek, kolun- kaldıraç, yakınlığı ortaya konmuştur. Yeniçağ  felsefesi  kurucusu olan Descartes,  mekanist bir biyolojinin tipik savunucusudur.

Ona göre, yalnız düşünme ve irade ile ilişiği olan olaylar, özel bir etkenin, bir erek yönünde işleyen ruhun etkisiyle meydana gelirler, 18. yy Fransız materyalistleri, ruhsal olayları mekanist  açıklamanın içine almaya çalışmışlardır. Bu yüzyılda  mikroskop yardımıyla mikroorganizmalar dünyasının keşfi , bildiğimiz organizmaların hiçbirinin doğrudan inorganik maddelerden türemediğinin  görülmesi, vitalizmi yeniden desteklemiş, inorganik ve organik dünyaların yeniden birbirlerinden ayrılmasına yol açmıştır. 19. yüzyılın başındavitalist görüş üstün olup kimyadaki ilerlemeler, yeniden mekanist akıma götürmüştür, bu yeni gelişme de o zamana kadar yalnız organizmalarda rastlanan belirli maddelerin kimyasal yollarla, imbikte yapılması ile bunun başarılmasıyla başlamıştır. Buna bir de gelişme teorisinin özel bir şekli olan Darvinin doğal seleksiyon teorisinin başarıları katılmıştır. 

Rastgele meydana gelip en iyi uyum gösteren, yani yapılan ereğe uygun olan organizmaların seleksiyonu, sağ kalmaları, ereğe uygun organizmaları salt rnekanik olarak açıklamaya bir yol gösteriyor gibiydi. 20. yüzyılın başlarında yeni bir vitalist akım doğdu (Hans Driesch vb.). Bu akımın savunucuları, örneğin albümini imbikte yapmayı başarsak bile, bu albüminin olsa olsa her zaman cansız  bir albümin olacağını, yani böyle bir albüminde beslenmek üremek, bütünün kısımlarla hayat fonksiyonlarının eksik olacağını ileri sürerler. Organizmayı inorganik dünyadan ayıran şey madde değil, özel bir nedensellik, bütününün hizmetinde bulunan kısmın etki yeteneğidir.

Bir kısım aynı kısım olarak, bütün organizmaların ihtiyacına göre çeşitli etkilerde bulunabilir. Doğal seleksiyona gelince, organizmaların yer, yer çok karmaşık olan ereğe uygunluklarını hele örneğin göz gibi çeşitli organik kısımların aynı zamanda oluşmalarını gerektiren organım olursa açıklamaya bu olay hiç de yeterli değil gibi görünüyor. Vitalistler ile  mekanistler arasındaki bu çekişme son zamanlarda yeni bir evreye girmiştir. Buna bir yandan tıp yol açmıştır çünkü inorganik alan ile organik alanın sınırları üzerinde bulundukları izlenimini veren, organizmalara ait niteliklerin hepsini değilse bile büyük kısmını haiz gibi görünen birtakım küçük hastalık etkenleri ortaya çıkarılmıştır.                  Bu yeni gelişmeyi öbür yandan da fizik hazırlamıştır.

Fiziksel görüngülerin nihai öğelerinin, elektronların davranışları, artık kesin nedensellik kanunlarına göre değil, ancak olasılık kanunlarına bağlı gibi görünüyor. Ayrıca elektronların, atomlar halindeki birleşmelerinde tek elektronun davranışını, bütün belirliyor gibidir. Bunun ortaya çıkarılması, cisimsel doğadaki nihai öğelerin, genellikle, organizmaların ya da organik ve inorganik formasyonların sınırı üzerinde bulunan varIıklar olduğu, bizim inorganik dediğimiz asıl doğanın ise bu  elementer organizmaların toplam halindeki bileşimlerinden başka bir şey olmadığını akla yakın yapmaktadır. 

Biyolojinin bugünkü durumunda gerek vitalist  gerekse  mekanist  teori, yöntem bakımından buldurucu birer  teori olarak, deneme niteliğinde kullanılan birer teori olarak rol oynayacaklardır. Bir organizmanın her organı, vitalist olarak  ereği  sorulup  iklim, beslenme gibi hayat koşullarında kalıtsal olabilen organ değişmelerine mekaniksel olarak yol açıp açmayacağı deneysel olarak araştırılmaya çalışılacaktır. Psikoloji gerçek anlamında ruha ilişkin bilimdir. Ancak, ruh kavramı tarih boyunca çeşitli anlamlar kazanmıştır. Antik Çağda -Aristoteles- ruhu, hayat ilkesi, canlıyı cansız cisimden ayıran etkendir. Solunum - beslenme, üreme- tıpkı algılama-düşünme- irade, ruhun fonksiyonları sayılır. Bu anlayışta psikoloji, biyolojinin bir bölümü idi, Descartes- ruh ve ruhsal olanı ayırarak, mekanist  biyoloji solunma ve beslenme vücudun belirli kısımlarında, fiziksel-kimyasal olay olarak yorumlanabilecek salt cisimsel olaylardır. Oysa duyum, algı, sevinç duygusu, irade eylemi bedende, beyinde değil, algılar, duygular gibi bedene-beyine bağlı bilinç olgularıdırRuhun, bilinç ile bir tutulup, psikoloji için, bilince ilişkin bilim  tanımlamasına  iki itiraz oluşmuştur. 

1) Her bilim gözlemle işe başlar, bilinç olguları ile uğraşır, hem nesnesel hem de öznel tarafı yönü vardır, her algıda nesne ile bana olan ilişkisi ele alınır, diğer bilimler sadece nesneyi ve aralarındaki ilişkiyi ele alır. Psikoloji ise bilinci bir bütün olarak ele alarak inceler, 2) Bilinçli olmayan ruhsal görüngüden söz ederiz, öyleyse psikoloji yalnız bilinçle uğraşmaz, her bilim gibi, kanunlu bağlantıları arar ve niçin sorusunu sorar.Yanıt, bilinçli olmayan öğelerin, etkili oldukları kabul edilenler olarak ele alınmasına götürür. Bilinçli olmayan eğilimler, kabiliyet, güç (karakterle ilgili yetenekler vb.) ve zaman, zaman bilinçli olan, bilinçli olmalarından kaçındığımız, içe attığımız, tasavvurlar, düşünceler, duygular. Bilinçli olmayan ruhsal görüngünün, fizyolojik, fiziksel olup olmadığını şimdilik bir yana bırakalım, bu soru, bugün, deney ile yanıtı verilemeyen sorular arasında bulunmaktadır.

Psikoloji, henüz metot tartışmaları içinde bulunan bir bilimdir. Psikoloji, hala tarihsel gelişmesinin etkisi altındadır. 18. yüzyılın çağrışım ve tasavvur psikoIojisi, mekanik metotların  ruh alanına aktarılması ile ortaya çıkmıştır. Romantizmin psikolojisi ise vitalist bir biyolojinin kavramlarını psikolojiye temel yapmaya çalışmıştır. Zamanımızda anlayıcı psikoloji ise psikolojiyi tarihsel- tinsel bilimlere yaklaştırmaya uğraşmaktadır. Bu durumu, insan topluluklarıyla ilgili formların, kanunların bilimi olan sosyoloji'de buluruz. Psikoloji ile sosyoloji bizi asıl tinsel bilimler'e, tarihsel bilimler'e geçirirler. Fizikten sosyolojiye kadar olan bilimler, kanun bilimleridir, tek olayı genel bir kanunun bir hali olarak, tek bireyi bir cinsin örneği olarak ele alırlar. Amaç, kendisinden tek halin çıkarsanabileceği, açıklanabileceği genel kanunu bulmaktır. Gezegenin yörüngesi üzerinde belirli bir noktadaki hareketi, kendi hareketi ile kendisini etkileyen güneşin, öteki  gezegenler, duran yıldızların çekim kuvvetlerinin  bileşkesi-bitkinin yapısı, kalıtım etkenleri, toprağın bileşimi, iklimin, nemin vb. bir sonucu olduğu gibi.


Cisimsel doğadan ne kadar uzaklaşır, tinsel dünyaya ne kadar yaklaşırsak, bireyin yapı  ve davranışını açıklayan kanunlar o kadar salt çerçeve kanunları - sadece bir kadroyu gösteren kanunlar- olurlar, tek olayı tamamıyla genel kanunların bir bileşkesi olarak anlamak o kadar olanaksızlaşır, birey o kadar bir hal, örnek olmaktan çıkıp bir defalık olan, tekrarlanmayan bir şey olarak görünür. Ama bu, bir defalık olan, bireysel olan bizim için o ölçüde özel bir ilginin konusu  olur, ruhsal dünyaya ait bilim de tarihsel bilim olur. Tarihsel bilim, bir bireyin hayatına tek bir gelişme çizgisi biçimini kazandırır. Kesin olaylar ve yaşantılar, tepe noktaları ve dönüm noktalan, tek bir kişinin, bir devletin, bir ulusun, bir kültürün yürüdüğü yolu belirler - bize bu yolu bireysel bir gelişme çizgisi olarak anlama olanağını kazandırırlar. Ancak, burada da eksik olmayan, bireyseli anlamaya yardım eden genel, kanun ve  cins olmaktan çıkıp, tip, tipik gelişme çizgisi, ortalama tip ya da ideal tip olur.

Yavuz Özler