.

.
.

20 Ekim 2015 Salı

Uzay: Bir İnsanlık Serüveni (Mustafa Özcan, 20 Ekim 2015)



Uzay: Bir İnsanlık Serüveni

Değerli Prof. Dr. Fuat İnce tarafından kaleme alınmış Uzay adlı kitabın tanıtımı yapmak benim için memnuniyet verici bir husustur. Kitabın tam olarak adı Uzay: Bir İnsanlık Serüveni; Bilimleri, Teknolojisi, Hukuku, Politikaları olduğundan içeriği dahi konu hakkında oldukça geniş bir bilgilendirmeye işaret etmektedir. Kitapta kapsanan uzay konusuna yönelik tüm bu içerik genelde konunun tam da bu tür bütünsel bir tarz ile ele alındığının göstergesi olarak dikkat çekmektedir.

Ayrıca bu kapsam Prof. Dr. Fuat İnce’nin konu ile ilgili geniş vukufunun da bir göstergesi olmaktadır. Fuat İnce mezun olduğu Boğaziçi Üniversitesi sonrası yüksek lisans ve doktorasını University of İllinois’ten almıştır. Öte yandan, Prof. İnce’nin kariyerinde yurtiçi ve yurtdışı pek çok üniversitedeki akademik görevin yanı sıra TÜBİTAK, NATO ve BM nezdindeki çalışmaları da Türkiye için olağan dışı kayda değer katkılar olarak görülmelidir. Değerli hocamız halen Hava Harp Okulu ve Harp Akademileri’ndeki bu konudaki derslerine devam etmektedir.

Uzay hukuk ve politikalarının bilim ve teknoloji konuları ile birlikte tamlık içinde sunuluyor olması nedeni ile bir ilki ortaya koymakta olan kitabın bu boyutunun okuyucu tarafından takdir edileceğini düşünmek herhalde doğru bir beklentidir. Evren ve uzay hakkında gökbilimin tarihçesi de dâhil olmak üzere günümüze kadar olan gelişmeler hakkındaki bilimsel bilgilerin aktarıldığı birici bölüm okuyana bilimsel bir serüven yaşatmaktadır.

Yazarın Öteki Uzay diye adlandırarak aktardığı hukuk ve politikalar hakkındaki ikinci bölüm ise 370 sayfalık kitabın yarısından fazlasını kapsamakta olduğundan bu konuda özel bir sunum  durumu sergilemektedir. Yazarın Önsözde vurgulayarak dile getirdiği Türkiye’de “Uzay Ajansı” tarzı bir kuruluşun eksikliğinin yarattığı olumsuzlar yönündeki düşüncesine ise katılmamak mümkün değildir. Hele hele 1992’de ve sonra da tekraren 2004 yıllında konunun resmi mercilerce ”öncelikli milli politika” mahiyeti ile ilan edilmesine karşın halen atıl olarak kalmış olması son derece üzücü bir durumdur.

Prof. Dr. Fuat İnce’ye değerli çalışmasından ötürü takdir ve teşekkürmü bu vesile ile bir kez daha iletmeyi bir gereklilik olarak görmekteyim.

Mustafa Özcan (20 Ekim 2015)



11 Ekim 2015 Pazar

Yabancı (Albert Camus) (Gülçin Otaran, 11 Ekim 2015)


Yabancı (Albert Camus)

Diğerlerinden farklıydı. Olaylara duygusalık yüklemeden nedensel bakıyor ve  çoğunluğun dışında kalıyordu. 

Birçok insan duygulu, buna karşın acımasız, mantıksız, ve kendine yabancıydı. Oysa o kendinle son derece samimi, düz, basit ve çelişkisizdi. Diğerlerinin yaptığı gibi başkalarının dünyası ile değil daha çok kendi dünyası ile ilgiliydi. 

Başkalarının gözünde ise herşeye kayıtsız adeta bir caniydi. 

İşlediği cinayet olayların o sıradaki akışı nedeniyle meydana gelmiş ve tesadüflerin birbirini takip etmesi sonucu ortaya çıkmıştı.  Ancak kendisi gibi olmayanı hele kalıpsal ve duygusal reaksiyon göstermeyeni ve kendine benzemeyeni anlamak yerine suçlamaya yönelik baskıcı güç birliği üzerine kurulmuş sistem onu mahkum etti.

Gülçin Otaran (11 Ekim 2015)


10 Ekim 2015 Cumartesi

Kitap ve Okumak ile İlgili Karşılaştırmalar (*)


Kitap ve Okumak ile İlgili Karşılaştırmalar (*)

Okumak, çocukların kültürel gelişimlerini tamamlamaları ve bilgi çağını yakalamaları için hava gibi, su gibi, yemek gibi günlük hayatlarının bir parçası olmalıdır.

Maalesef Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitaplar 235. Sırada yer almaktadır.

Türk çocukları kitap okuma konusunda çoğu Afrika Ülkelerinin gerisinde kalmış durumdadır. Japonya’da toplumun % 14 ü, Amerika’da % 12 si, İngiltere’de ve Fransa’da %21i düzenli kitap okurken Türkiye ‘de yalnız 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor.

Nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken,73 milyon nüfuslu Türkiye’de bu rakam 2-3 bin civarında kalıyor.

Türkiye’de 1 kişinin kitap okumaya ayırdığı zamanın; bir Norveçli 300, Amerikalı 210, İngiliz ve Japon 87 katını ayırıyor dünya. Ortalaması da Türklerin ayırdığı zamandan 3 kat fazla.

Dünya’da ki en iyi 500 üniversite sıralamasında Türkiye ‘de ki üniversiteler yine en son sıralarda yer almaktadır.

Kitap için Norveçli 137, Alman 122, Belçika ve Avusturyalı 100 dolar, Güney Koreli 39 dolar ayırıyor. Dünya ortalaması 1,3 dolar iken, Türkiye’de bir kişi kitabı yılda ancak 0,45 dolar harcıyor.

ABD ‘ de yılda 72 bin adet konusu farklı kitap basılırken (72 bin farklı model gibi), Rusya’da 58 bin . Japonya’da 27 bin, Türkiye’de ise 7 bin kitap basılıyor.

İngiltere’de ortalama bir gazete olan günlük The Sun gazetesi Türkiye’deki gazetelerin toplam tirajı kadar satıyor.

Dünyada çocuklara özel günlerde kitap hediye edilmesi sıralamasında Türkiye 180 ülke içerisinde 140. Sırada yer almaktadır.

Türkiye’deki kahvehane ve kütüphane sayılarının kıyaslaması şöyledir; Kütüphane sayısı: 1.412-Kahvehane sayısı: 570.000-Buna göre 49.000 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir.

Japonya’nın %14 ü sürekli kitap okumaktadır. Abd nin %12 si , Almanya’nın %11 i, İngiltere’nin %11 i , Türkiye’nin %0.01 i kitap okumaktadır.

Türk halkı kitap okumaya yılda yalnızca 6 saat ayırıyor. Türkiye kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalmış durumda.

Dünya kitap okuma ortalaması Türkiye nin kitap okuma ortalamasından 3 kat fazla.

Türkiye’de 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor.

Japonya’da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor. Türkiye’de sadece 23 milyon kitap basılıyor. (Kişibaşına ise değerler 38’e karşılık 0,3, yani 126:1)

Türkiye, Birleşmiş milletler insani gelişim raporunda Malezya, Libya ve Nijerya gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sıradadır.

Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa’da 7, Türkiye’de ise yılda 12 bin 89 kişiye bir kitap düşüyor.

Dünyada yetişkinlerin okuma oranının araştırılması yeni bir bilim dalı olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı.

Dünyada çocukların okuma oranının araştırılması yeni bir bilim dalı olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı.

Çocuklara kitap hediye edildiği zaman çocukların okuma becerisi gelişir, okumak alışkanlığa dönüşür ve beraberinde alışkanlık sorumluluğu geliştirir bilinç büyümesi başlar. Kapasite gelişimi fiziksel gelişim gibidir. Kapasite farkındalığı yaratır sonra düşünce üretimi başlar. Üretilen her yararlı düşünce topluma doktor, öğretmen, bilim insanı vs.. olarak geri döner.
____________________
(*) http://www.ozetkitap.com/dan kısaltılmış alıntıdır.




15 Eylül 2015 Salı

Gerhard Medicus’un İnsani Ruh ve Beden Birliği Hakkındaki “Human Being” Adlı Kitabı (Mustafa Özcan, 15 Eylül 2015)


Gerhard Medicus’un İnsani Ruh ve Beden Birliği Hakkındaki “Human Being” Adlı Kitabı

Tanınmış bir yazar olan Gerhard Medicus’un 2012’de Almanca olarak yayımlanmış kitabı 2015’te İngiliceye çevrilerek VWB-Verlag tarafından basılarak “Human Being” başlığı ile piyasaya sürülmüştür (*).

Kitapta, felsefe tarihine analitik anlayışın temeli olarak en antagonistik (uzlaşmaz) insan özgünlüğü mahiyeti ile kayda geçmiş olan ruh/bedenikiliği” sorunu, bunun karşıtından, bir “birli” olduğu görüşüyle holistik-bilimsel görüngeden bakılarak irdelenmektedir.

Kitabı bu doğrultuda, insan ve doğa bilimleri ortaklığında konuyu inceleyen çoklu-dallı (multidisipliner) bir bilim olan hüman-etoloji (“insani zoo-psikoloji”) kapsamında kaleme alınmış bir yapıt olarak görmek olanaklıdır. Bu kapsamda sosyallik, bilinç, saldırganlık, bağlanma, öğrenme ve anlık gibi etolojik özgünlükler ele alınarak işlenmektedir.

Kitap hakkında, bu görüngeden bakılarak hakkında belki de aktarılacak daha çok şey olmasına karşın sadece bu kısa tanıtımı yapmakla yetinmekte olmamın nedeniyse, bu tür konuları işleyen yabancı dillerdeki telif nitelikli popüler bilim kitaplarının sayısının son birkaç yıllık dönemde olağanüstü bir hızla artış göstermekte olduğuna dikkat çekmek isteyişimdir.

Hele ABD’nin yayın dünyasında zihin, anlak, bilinç, anlık gibi konuları işleyen popüler bilim kitap sürümü patlamış bir görüntü sergilemektedir. Bu da insan denilen varlığın en yüksek değeri olan entelektüelliğinin giderekten 21. Yüzyılın ana teması haline geleceğinin bir göstergesi olmalıdır.  

Mustafa Özcan (15 Eylül 2015) 
_____________________________________

(*)Gerhard Medicus Being Human Bridging the Gap between the Sciences of Body and Mind
http://www.vwb-verlag.com/Katalog/m582.html (Almanca orijinal baskısı).




14 Ağustos 2015 Cuma

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez (Deniz Koç, 14 Ağustos 2015)


Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez 

Yüzyıllık Yalnızlık, Mocanda denilen hayali bir yerde bir ailenin hayatından hareket ederek Kolombiya toplumunun kuruluşunu mitolojik bir bakışla anlatıyor. 


Büyülü gerçekçilik tekniği ile insanların inançları ile gerçekliğin iç içe geçtiği bir eser. Masalsı anlatım toplumun olaylara bakış açısını vermek için kullanılmış. İlk başta karmaşık gelse de eserin içine girdiğinde müthiş bir okuma zevki veren çok önemli bir kitap. 

Deniz Koç (14 Ağustos 2015)


13 Ağustos 2015 Perşembe

1984 - George Orwell (Atilla Dindiren, 13 Ağustos 2015)


1984 - George Orwell


Modern devlet palavralarından sıkılan İskoç kökenli Hindistan doğumlu George Orwell, çalışmış olduğu polis teşkilatında kazanmış olduğu bilgiyle 1947-1948 yıllarında yazdığı ve ilk kez Haziran 1949'da basılan ‘1984’ politik romanı ile günümüzde vatandaşa karşı oynanan tiyatroyu kitaplaştırmıştır.

Totaliterliğe soyunmuş devlet
-          Basın, tv gibi haber kaynaklarını kontrol eder, propaganda yapar
-          Muhaliflerini, vatandaşını fişler, izler.
-          Düzmece düşmanlar yaratır, bunlarla savaş yapar.
-          Kendine yandaşlar yaratır onlar vasıtası ile iktidarını sürdürür.
-          Dil oyunları ile insanların aklını karıştırıp beynini yıkamaya soyunur.

Artık yabancısı olmadığınız bu kavramların ortasında ayakta kalma savaşı veren kişilerden Winston, mensubu olduğu okyanusya devletinde, orta sınıf memur olarak çalışmaktadır. Ülke, Büyük birader adlı parti liderinin gözetiminde idare edilmektedir. Bir zamanlar aynı davaya hizmet ederken fikirayrılığı dolayısıyla muhalifi Goldstein, yer altı faaliyeti göstermektedir.

Toplum parti görevlileri (iç,dış), proleterya diye ayrılıp görev taksimi yapılıp, devlet nimet, külfetleri paylaştırılmıştır. Yeryüzü ise Okyanusya, Avrasya, Doğu Asya gibi üç ayrı gücün yönetiminde olup bunlar birbirleri ile çatışır görünüp iktidarlarını koruma savaşı verirler. Okyanusya'da halka  iletişim araçları ile propaganda vasıtasıyla yenilgiler bile zafer olarak sunulmaktadır.

Geçmiş sürekli olarak değiştirilerek ve dilde oynanarak istenmeyen terimleri yok edilerek yeni konuş, çift düşün gibi kavramlarla beyin yıkamaya girişilmiştir.

Toplumun ihtiyaçları (din, eğlence, seks, çocuk sahibi olma vs) kısıtlanmış, yasaklanmış, aksini yapanlar takip edilir hale getirilmiş, pişmanlık göstermeyenler cezalandırılmıştır. Kameralarla insanlar izlenerek ‘öğrenilmiş çaresizliğe’ sürüklenmektedir.

Winston, hem çalışıp hem de muhalif fikir geliştirir. Julia adlı bir kadınla ilişkisi kameralara yakalanır. İşkence sonunda sevgilisini suçlar. Sevgilisi de çözülmüştür. Winston sonunda itirafla partisine biat edip Okyanusya'nın sadık vatandaşı olmuştur.

Orwell, politik eleştirisiyle toplumu uyarmaya, seçimlerini doğru yapmak için bilinçlendirmeye çalışmakta olup bunları da ustalıkla kurgulamıştır. Orwell zamanında çok tenkit almış belli ideolojilere karşı olmakla suçlanmıştır.

Devlet ideası için Plato’dan, Machiavelli , Hegel’e kadar çalışmış düşünürler günümüzdeki toplum mühendisliği ile dizayn edilmeye çalışılan devlet modelini görseler ne derlerdi acaba?

Üzerinde düşünülmesi, tartışılması gereken günümüzün en aktüel kitabı.

Okuyan, düşünen herkese tavsiye ederim.

Atilla Dindiren (13 Ağustos 2015)

26 Nisan 2015 Pazar

23 Nisan’da kutlanmayan bayram (Serdar Turgut - Habertürk, 25 Nisan 2015)

25 Nisan 2015 tarihinde Habertürk gazetesinde Sn. Serdar Turgut'un köşesinde yayınladığı makalesini aşağıda paylaşmak istiyorum. Kadıköy Düşünce Platformu blog sayfalarının ne kadar okunduğu ve oradaki bilgilerin ne kadar özümsenebildiği konusunda endişelerimizi bir şekilde haklı çıkaran bilgiler var. 
Buradan yola çıkarak belki de Kadıköy Düşünce Platformu olarak kendimizi ifade edip etkinliklerimizi duyurduğumuz internet ortamlarının yanı sıra, basılı yayınlar yaratma çabalarımızı arttırmamız gerekiyor.

Ümit Ersöz
                                                                       ***
"23 Nisan’da kutlanmayan bayram
23 Nisan günü Türkiye’de kutlanmayan bir ikinci bayram daha vardı.
Bu ikincisinin kutlanmadığının hemen hemen kimse farkında olmadı; birincisinin ise eskiden olduğu gibi kutlanmaması, Türkiye’nin en azından bir bölümünü hayli üzdü.
Kimsenin farkında olmadığı bayram, “Dünya Kitap Günü”ydü.
UNESCO tarafından ilan edilen Kitap Günü, gerçi dünyada da pek hatırlanmadı, yani sorun bir tek Türkiye’de değil.
Bu bayramın hatırlanmaması üzücü ama doğal; çünkü çağımız, beyinlerimizin değiştiği ve okumanın unutulduğu bir çağ.
Dijital devrim ve internetle birlikte insan beynine darbe üstüne darbe vuruluyor.
Bunlarla yaşayanlar çok hızlı, çevik ve zeki olduklarını zannederken aslında korkunç biçimde kültürsüzleşiyorlar. Çünkü beyinleri artık okuyamıyor.
Bunun bilimsel nedenlerini “Yeni Medya” adlı kitabımda uzun uzun anlattım; burada argümanı sadece özetleyebilirim.
Basitçe internete bakma alışkanlığı, insan beyninin okuma alışkanlığını öldürüyor.
Beynin böyle uyum sağlamak için değişme gücü var.
Bazen bu değişim çok önemli ve yararlı sonuçlar verse de bazen bugün olduğu gibi okumayı da unutturabiliyor.
İnternete baka baka okumayı unutan beyinler, sadece bakmaya alışıyorlar.
O da üzücü düzeyde bir bakma eylemi.
Kendi kitabımdan alıntılıyorum:
İnsanlar ekrana bakarken uluslararası karşılaştırmalı bir araştırma yapılmış. Araştırmanın sonucuna göre insanlar önlerinde açılan her ekrana en fazla ortalama 19 ile 27 saniye bakıyorlarmış.
Ülkelere göre dökümde Almanlar ve Kanadalılar her ekran sayfasına 20 saniye, İngilizler 21 saniye, Hintliler ve Avustralyalılar 24 saniye, Fransızlar ise 25 saniye ayırabiliyorlarmış.
Hiçbir beynin bundan fazlasına sabrı ve buna yeteneği de yok artık.
İşin ilginç tarafı, bu rakamlar içinde bol fotoğraf bulunan sayfalara ayrılan süreler.
Sadece yazıdan oluşan sayfalar açıldığında bu süreler çok daha düşüyor.
Çünkü sadece yazı söz konusu olduğunda beyin çok daha hızlı bakıyor ve sayfayı daha hızla kapattırıyor.
Bu vahim durumun sonunda ne oluyor biliyor musunuz?
Yapılan diğer bir araştırmaya göre, okuyucu ekrana konulan her ilave 100 kelimeye sadece 4.4 saniye (yanlış okumayın diye yazıyorum, 4 nokta 4 saniye) ayırabiliyormuş.
Ama şu da biliniyor...
En deneyimli ve hızlı okuyucular bile 4.4 saniyede sadece 18 kelime okuyabiliyorlar.
Yani internet okuyucusunun bu sürede 100 kelime okumasına imkân yok; onlar sadece bakmakla yetiniyorlar ve sayfayı okumadan kapatıyorlar.
Bir zamanlar Woody Allen’ın yaptığı esprideki insanların çoğunlukta olduğu bir dünyadayız artık.
Allen, ‘Hızlı okuma dersi aldım, artık hızlı okuyabiliyorum. Bu yöntemle Savaş ve Barış’ı hızla okudum. Konusu hakkında sadece şunu söyleyebilirim: Konu Rusya’da geçiyor’ demiş.”
Evet 21’inci yüzyıl, okuma açısından son derece trajik bir durumda.
Bu yüzden 23 Nisan’ın Dünya Kitap Günü, dolayısıyla okuma bayramı olması aslında şaka gibi bir şey."
Serdar Turgut - Habertürk (25 Nisan 2015)




16 Nisan 2015 Perşembe

Erol Başar ve Beynin Holizmi (Mustafa Özcan, 16 Nisan 2015)



Erol Başar ve Beynin Holizmi

Erol Başar’ın Alman kökenli tanınmış uluslararası bilimsel kitap yayıncısı Springer’den 2011 yılında çıkmış olan Brain-Body-Mind in the Nebulous Cartesian System: A  Holistic Approach  by Ossilations  adlı yapıtını tanıtmak benim için keyifli, ancak ayni  zamanda da  onur verici bir etkinliktir.

2006 yılından bu yana İstanbul Kültür Üniversitesi Beyin
Dinamiği Merkezi'ni yönetmekte olan Profesör Erol Başar hakkındaki özgeçmiş bilgisine ilgili kurumun internet sayfasından ulaşılabileceğinden ben doğrudan kitap ile ilgili görüş ve düşünceleri aktarmak istiyorum.  

Her şeyden önce, Prof. Başar’ın onlarca yılını verdiği beyin dalgaları ile zihinsel işlevler arasındaki bağlantıyı ampirik olarak, ama holistik bir yaklaşımla inceleyen araştırmalarının bir ürünü olan yapıt kendi kategorisindeki ilklerden olmasından dolayı da ayrıca övgüye değerdir.

Öte yandan, Erol Hoca’nın dünyaca tanınmış Nobel’li veya Nobel’siz gelmiş, geçmiş pek çok bilimciden etkilenerek “bütünsel bir bilim anlayışı”nı kendince kurgulayarak benimsemiş olması, konuyu özgül olarak ele alış tarzını da etkilemiş olmalıdır ki kitap monografik bir nitelikte olmaktan ziyade çağcıl bir bilimsel bilgi “külliyesi”nin özeti gibidir.

Dört kesim ve önsöz-sonsöz dahil edildiğinde Alman geleneğinde bütünü temsil eden sayıya uygun olarak 28 bölümden oluşan kitap muhtevasının, özellikle birinci ve dördüncü kesimlerinin, bilginin holistik-tümdengelimli ele alınışı ve içerdiği “bilgi ulamları çeşitliliği” yönüyle bu tur bir holistik temsili hak etmekte olduğunu söyleyebilirim.

Kitapta, zihindeki öyküsel bellek, duygular ve sezgi arasında uzay/zaman temelindeki tümleşik durumun analitik-tümevarımsal yoldan ortaya konuluş çerçevesinin, akademik dünyanın standard paradigmasına göre son derece önemsenecek bir durum  olduğu  görüşündeyim!


Daha ayrıntıdaki araştırma sonuçlarının değerlendirilmesi için uzmanlık kapsamındaki analitik bir yaklaşımı gerektirdiğinden bu konuların uzmanı bilimcilere bırakarak, Erol Başar Hoca gibi bilimsel bilgelik düzeyine ulaşmış kişilere popüler bilim yazarı olarak yayın dünyasında ne denli gereksinim duyulduğunu ifade ederek tanıtımı bitirmek istiyorum.

Mustafa Özcan (16 Nisan 2015)


13 Nisan 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu / Özdemir İnce "Edebiyat sadece edebiyat değildir" (Zehra Köseoğlu, 14 Nisan 2015)


Kitap Yorumu / Özdemir İnce "Edebiyat sadece edebiyat değildir" 

Özdemir İnce "Edebiyat sadece edebiyat değildir" isimli köşe yazılarının derlendiği bu kitabında, en az köşeyazıları kadar ilginç olan önsözüyle karşımıza çıkıyor.

Günlük hayatımızda bilinçsizce yerleşmiştiğini anladığımız La Raison Collective'in dilimize hatalı çevirisi ile ortaya çıkan Ortak Akıl kavramına değinen yazar, incelemesinde iki önemli noktaya değinmiş.

İlki çevirinin kelimelerin sözlük anlamına bakarak yapılmasındaki kusuru ve çeviriyle ilintili konusundan kopuk yaklaşımına ilişkin açıklamasıdır.

Usta, Raison kelimesinin akıl olarak çevrilmesinin konu içeriği açısından anlamsız oluşu ve doğru çevirinin "çıkar" olduğunda ancak doğru anlamın içerikle bağdaştığını anlatıyor.

İkinci nokta olarak ise aklın ortak yani kolektif olamayacağı yönündeki değerlendirmesidir.

"Yazınsal düşünce ve yaratının ortaklığı olmaz, çünkü bilim ve sanata ortaklık olmaz"  sözleriyle anlıksal süreçlerin temeline ters düşen anlayışa dikkat çekmiş.

Yazar için en yüksek değer olan"önündekini ısıran, arkasındakini tepen" sorgulayıcı, bilimsel ve özgür üretimin öneminden bahsetmiş.

Ülkemize dikkate alarak düşündüğümüzde bunun pek de mevcut olmadığını, ulaşılabilir bilginin sayısal olarak her geçen gün artarken cehaletin ondan da hızlı arttığını üzülerek görüyor ve yaşıyoruz.

Okudukça düşündürecek, düşündükçe şaşıracaksınız.


Zehra Köseoğlu (14 Nisan 2015)


11 Nisan 2015 Cumartesi

Popüler Bilim Kitap Yazım ve Yayımcılığına Dair (Mustafa Özcan, 11 Nisan 2015)


Popüler Bilim Kitap Yazım ve Yayımcılığına Dair

Değişik kültürlerden gelen yazar ve eleştirmenlerin popüler bilim yayımcılığı konusunda kaleme almış olduğu pek çok makale, deneme ve kitap şeklindeki yayın olduğundan artık bu konuda daha fazla söylenecek bir şeyin kalmadığı iddiası yanlış bir saptama olur sanırım. Nitekim örneğin, son zamanlarda tüm dünyada popüler bilim yayıncılığında ortaya çıkan devasa sayısal büyümelere karşın bu duruma koşut olarak yayınların niteliğinde de benzer bir gelişmenin varlığından söz etmek olanaklı değildir.

Bu bağlamda konunun derinliğine olmasa bile oluşum ilkeleri düzeyinde ele alınması gerektiği kanısındayım. Ayrıca bu ilkeleri üç başlık altında aktarmanın da yerinde bir yaklaşım olacağı kanısındayım.

İlkin popüler bilim yazılarının konu seçimine nasıl yaklaşılması gerektiğine yönelik düşüncelerimi paylaştıktan sonra ikinci aşamada konuların ele alınış tarzında olması gerekenlere dair düşüncelerimi başlıklar halinde sıralayacağım. Sonunda da popüler bilim kitabı konuları irdelenme biçimlerinin nasıl olması gerektiği yönündeki görüşlerimi aktaracağım.

Konu seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlar:

1.     Konuda popülerlik ile yepyenilik arasında bir uyum sağlanmalıdır. Bunun için uygun olan orta yol bulunmalıdır.

2.     Konunun kronolojik ağırlık noktasının şimdi ile gelecek arasındaki orta bir yerde olması daima tercih sebebi olmalıdır.

Konunun ele alınış tarzında ise şu hususlara dikkat edilmelidir:

3.     Konudaki niçin ve nasılı ayrık olarak açıklamak okuyucuyu dikkat yoğunluğu bakımından rahatlatacağından buna gerekli özen gösterilmelidir.

4.     Bilim yanı ağır basan konularda simgeler ve simgesel bir dil yerine açık ve genel kullanımdaki sözcüklerinin tercih edilmelidir. Böyle bir üslup tarzının sürekliliğinin sağlanması önemli olduğu için daima gayretli olunmalıdır.

5.     Monografik yaklaşımlı konuların ele alınışlarında olanaklı olduğunnca kısa anlatımlı ifadeler kullanılmalıdır. Bu üslup tarzına özellikle okuyanı konuya yöneltme aşamasında özellikle başvurulmalıdır.

6.     Deneme tipi yazılarda mevcut bilimsel paradigmayı daha az dikkate alan betimleme ağırlıklı bir söylem ve anlatım kullanılmalıdır.

7.     Genel olarak da bilimsel jargon kullanımından mümkün olduğunca kaçınılmalıdır.
Konuların irdelenme şekli:

8.     Konu hakkında ikon destekleyiciliği ile kırıcılığı arasında orta bir yol izleyen eleştirilerde bulunulmalıdır.

9.     Daha yüksek satış rakamlarına ulaşılmak isteniyorsa 120 sayfayı geçmeyecek bir hacim hedeflenmelidir ki zaten genel okuyucu kitlesine ulaşılmakta en çok zorlanılan bu konu ulamında daha da etkin olunsun.

10.  Uslupta esprili olmak, konuya nükte katmak okuyanı rahatlatacağından kitabın başkalarına tavsiye edilme olasılığını artıracaktır. Bu önemli bir şey kabilinden her zaman dikkatle göz önünde tutulması gerekli bir husustur.

Başkaca göz önünde bulundurulacak ilkesel tavsiyelerin başında kitabın kapak ve yazı karakteri ile font seçimi gelmektedir.

Ancak bunların satışı destekleyen albeni için çok önemli olmasına rağmen daha çok pazarlama aşaması için önemi olmasından dolayı hazırlanacak ayrı bir yazı ile değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım.

Yazdıklarımın, dünya genelinde de halen egemen olan bir yaklaşım ile kitap boyutunda işlenecek konularda metnin belirtilen popüler bakış ile uyumlu olması gereken ölçütler için kaleme alındığını belirtmek isterim. Yoksa benim makale ve deneme tipi yazılarımda kullanmakta olduğum yaklaşım ve tarzımı belirtilen bu kapsamın oldukça dışında kaldığını okuyucularımın farkında olduğunu biliyorum.


Mustafa Özcan (11 Nisan 2015)


12 Mart 2015 Perşembe

Bağlanma ve Sonraki Yaşlarda Görülen Etkileri - Dr. Turhan Yörükan (Zehra Köseoğlu, 12 Mart 2015)


Bağlanma ve Sonraki Yaşlarda Görülen Etkileri
Dr. Turhan Yörükan

İşbankası Kültür Yayınları
(Sayın Yörükan Dil Tarih Coğrafya mezunu olup Kültür ve Kişilk konuyla teziyle felsefe doktoru ünvanı kazanmıştır.)


Okuduğum ilkokulun hemen yan bahçesinde Yetiştirme Yurdu bulunmaktaydı.


Hemen hemen her sınıfta Yetiştirme Yurdu'ndan bir ya da daha fazla çocuk olurdu.


İlkokul yıllarım onları, davranışlarını ve onlar gibi olmayanları gözlemleyerek geçti.


O günlerde hayatımın yetişkinlik yıllarında evlatlık edineceğim yönünde kararımı oluşturmuş bulundum.

İçlerinden az bile değil neredeyse hiç denilecek kadar nadir sayıda azimli ve başarılı çocuk çıkmıştı.

Sadece bir kız çok iyi bir voleybolcu idi ve okulda tutunurluğu, kabul görmüşlüğü ve sosyalleşmesi bizler gibiydi.

Birgün Yurt'tan olan çocuklara ilişkin algımı değiştiren birşey oldu.


Bizlerden 4-5 yaş büyük olan bir kız öğrenci 4. sınıfta bizlere katıldı.


Algısı yavaştı. Neredeyse sadece okuma-yazma biliyor gibiydi.

Ailesi vardı; annesi,babası ve kardeşleriyle yaşıyordu.
Hergün evinden geliyor, evine gidiyordu. Mutsuz ve umutsuz bir yüz ifadesi vardı.


Ailesi olduğunu bilmesem Yurt'tan geldiğini sanabilirdim.

Ailesi ve evi olduğu halde neden Yurt çocukları gibi olduğu düşünmeden edemiyordum.

2011 yılında Sayın Yörükan'ın kitabını okuyana kadar, bu konuda elbette diğer okuduğumuz ve izlediğimiz şeylerle genel düşüncelere sahip oldum.

Ancak onun kitabını okuduktan sonra daha belirgin ve konuya özel bilgiler edindim.

Kitap temel olarak bir bebeğin doğumdan itibaren ona birinci dereceden yakın anne ya da bakım görevi olanlarla geçirdiği sürecin Bağlanma Teorisi açısından incelenmesi ve değerlendirmesi hakkındadır.

Kitap Özellikle ilk 5-6 aylık süreçte bebeğin imprinting süreci denilen algılama ve öğrenme biçimini belirlediği dönemde yaşayacağı ayrı kalma ya da mahrumiyet durumlarının sonraki dönemde etkilerinden bahsetmektedir.

Kimi geleneksel araştırmacılara göre bunun etkisi çok iken holistik araştırmacılara göre bunun etkisi azdır.

Benim için bu kitapta çok dikkat çekici olan kısım, insan denen varlığın istediği kadar potansiyeli her anlamda yüksek olarak doğmuş olsa da, aynileşme süreci denen sosyalleşme kısmında yaşadığı veya yaşamadığı şeylerin ne kadar sorunsuz bir insan olmasında gösterdiği etkidir.

Büyütenin ya da aynı ortamı paylaştığı ve kendisini ait hissedebildiği topluluğun özelliklerini edinerek büyüyen kişinin kendi içinde var olmaya dair soru işareti taşımadığını görüyoruz.

Oysa bunu yaşamayan ve ait hissetmeyip, sıcaklık bulamayanların yaşam için direnç oluşturma ve bağışıklık geliştirmede ne kadar yetersiz kaldıkları görülüyor.

Özellikle batı toplumlarındaki yetimhanelerde sadece besin ve temizlik ihtiyaçları karşılanan ama duygusal-sosyal ilişkisi olmadan büyütülen bebeklerin bağışıklık sistemleriyle, hapishanelerde büyüyen bebeklerin bağışıklık sistemleri arasında ciddi bir fark olduğu saptanmış.

Örnek olarak yetimhanelerde kızamıktan ölenlerin sayısının hapishanede ölenlerden fazla olmasıymış.

Bu süreci kesintilerle ya da geçici mahrumiyetlerde yaşayanların da ileriki yaşlara sirayet eden tatmin edilmemiş davranışlarını gözlemleyebiliyoruz.

O safhayı aslında tamamlamayan bebek, gelişimin diğer safhalarına hiç geçememiş oluyor. Geçse de ilerleyemediği için gerileme gözlemlenebiliyor.

Bu kitabın önemi, insanı insan yapan temel faktör olan fiziksel evrimin sosyal (duygusal, kültürel vs) şartların sağlanmadığı örneklerde insan olmaya yetmediğini göstermesidir.

Evrim fiziksel olarak Darwin'in anlattığı gibi olmakla beraber hem hayvanlar hem de insanlarda ait olma, topluluk içinde barınma ve sahiplenme duygularının eksik olması durumunda canlının varlığına devam edemediğini görüyoruz.

Sayısal varlık yani 1'den 2'ye geçiş, bu yüzden tüm türlerin içinde evrimin, devamlılığın önünü açan ilk ve vazgeçilmez unsurdu sanırım.

Yine aynı sebepten kalıcı değişimi getirenin şeylerin de sayısal değişimler olduğunu anlamamak mümkün değil kanımca.

Şaşırtıcı örnekleriyle hayatımızın içinde yer alan gerçeklerin bu incelemesi, her yaştan insana katkı sağlayacağına inanıyorum.


Zehra Köseoğlu (12 Mart 2015)