.

.
.

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Bilgi Teorisi ve Mantık - Prof. Ernst von Aster (Yavuz Özler) - Özet (devam)



Prof. Ernst von Aster’in 1972 de dilimize Macit Gökberk tarafından çevrilen Bilgi Teorisi ve Mantık isimli kitabından, ALGI başlıklı bölümünün özeti (devam).



ALGI VE DÜŞÜNME,

Bu bölümde  ‘’bilme‘’ ruhsal bir olay olarak incelenecektir. Bilmenin,  dille  formüllenmiş bir sonucu olan bilgi, henüz incelememizin dışındadır. Önceki bölümde algılama, hatırlama, beklenti ve hayal gücünü gördük. Bunların dışında olan bilme çeşidi ise Düşünmedir. Düşünme için nesneleri,
birleştirir, parçalar ve karşılaştırırız. Karşılaştırma, eşitlik - benzerlik -  bir başkalık – bütün – parça bağıntısını verir.

Nesnelerin  eşitliği ve başkalığı üzerine bir şey bilmeden, onları  karşılaştırmadan da birleştirme ve parçalama yapamayız. Bu birleştirmede, parçalama, karşılaştırma işlemleri bedenle yapılan bir iş veya  sırf ruhsal olan bir etkinlik veya bunların her ikisi, hem bedensel hem ruhsal etkinlik olabilir. Bir küme   meyveyi el ile, birçok çizgiyi göz ile, müzikte bir parçanın ritmini veya seslerini birbirinden ayırabilir, bir araya toplayabilirim.

Başka olma  ayrımlı, eşit olma ise kaynaşmadır.

Duyularımızla aldığımız sonuçları, birbirinden ayırma, birleştirme, parçalama, karşılaştırma işlemleri ürünü olan bütünü, parçaları, eşitliği, başkalığı vb. birbirinden ayırmamız gerekir.

Algılanmış nesneler olmadan karşılaştırma vb. yapamayız. Bundan dolayı algı,düşünmeden önce gelir gibi görünüyor, çünkü algının düşünmeye gereç   sağlaması gerekir. Ama öte yandan, birleştiren, parçalayan, karşılaştıran bir düşünmeyi içinde bulundurmayan hiç bir algının olmadığını göstermek de kolaydır. Çünkü algılanan nesneyi, birbirinden az ya da çok belirli bir şey olarak bir insan, bir yazı tahtası, köşeli ya da yuvarlak olarak biliriz. Bu bilişte, daha önce algılamış olduklarımla bir eşitlik ya da benzerliğin kavranmış olması saklıdır.

Eşitlik ile başkalık bağıntılarına mekan ve zamanı ya da ‘’ yan yana ‘’, ‘’  artlarda ‘’ oluş bağıntıları ile İlgili, bilincimiz de bir birleştirmeye, parçaların ayrılmasına ve karşılaştırmaya dayanır. Ama burada birleştirdiğimiz, algının bütün nesneleri, ilişkiler kurmak üzere yeniden parçalara da ayırdığımız bütünler, hiç olmazsa görme ve dokunma, mekanda yer kaplamış olarak verilmiş ya da zamanla ilgili olan bütünlerdir. Mekanda  yer kaplamada nesneleri birbirinden ayırarak bilebilir, aralarındaki zaman aralığını bağlayıcı bir ilinti olarak alabiliriz. Kullandığımız ‘’ arasında ‘’ bağıntısı üç temelli olması ile ayrılır yalnız, mekan ve zaman bağıntılarında yoktur.

Örneğin mor, kırmızı ile mavi – ses perdesi, kalın ile ince sesler arasındadır.   Ancak, mekan ve zaman bağıntılarının olduğu her yerde,  ‘’ arasında ’’bağıntısı da vardır. Aynı şey sayılar için de söylenebilir.  Her sayıyı bağıntı temeli yapabilir ve hangi sayının ondan önce ya da sonra olduğunu sorabilirim. Bir de her sayıyı başka iki sayının bağıntısı olarak da düşünebilirim.  İşte bundan dolayı, matematik, hem aritmetik, hem geometri, bağıntılardan meydana gelmiş nesnelerden kurulu bir bilim olarak işlenebiliyor. Matematiğin başlıca nesneleri mekan, zaman ve sayı dizisidir.  Ama  matematiğin  gözünde  mekan, zaman ve sayı dizisi, salt düzen formlarıdır, bunlar bağıntılardan ötürü var olan nesnelerin tümüdürler.

Bütün ve  parça, eşitlik, benzerlik, başkalık ile mekan ve zaman, nesnelerin betimlenmesine yardım eden bağıntılardır. Bu bağıntıların yardımıyla bir nesneyi nicelik (bütün ve parça), nitelik (benzerlik, başkalık) ve durum (mekan ve zamanda oluş) bakımından betimleriz. Bütün halinde toplamak ve parçalara ayırmak bakımından  ‘’nicelik yönünden betimleme‘’ deyimi pek uygun olmaz.

Çünkü her nicel belirlemede, başka bütünlerle bir karşılaştırma ve eşitlik bağıntısı kullanılması gerekir. Oysa mekan ve zaman bakımından belirleme yalnız real nesnelerle ilgilidir. Bir örnek,  hayalimde aslan başlı, at vücutlu bir varlık tasavvur etseniz. Bu yaratık, hiç bir yerde, hiçbir zamanda var olmamıştır, bilincimdeki tasavvurdur. Hatırladığım ya da beklediğim nesne  algılanan nesne olarak herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda, yani şimdi ve bilincimde vardır. Yalnız algılar dünyasının nesneleri mekan ve zamanca düzenlenmişlerdir, bundan dolayı da algı nesnelerine temel yaptığımız real  dünyada, real nesneler dünyası da mekan ve zaman düzeni içindedirler.    
Bağıntılar, betimleyen bağıntılar’ dır, karşıma çıkan ya da üzerinde konuşulan her nesne için sorulabilecek bir soru,  ‘’ bu nedir ‘’ sorusudur.

Bağıntıların en önemlisi, neden-etki. Birleştirebilmem, parçalayabilmem, karşılaştırabilmem için, önce, birleştirilecek, parçalanacak, karşılaştırılacak algılanmış nesne olması gerekir. Nesnelerin algılanması, düşünme eyleminden önce gelmelidir. Bununla, birlikte, bu düşünce büsbütün de doğru değildir. Bir nesneyi, o bir nesne olmadan, algılananı bir bütün olarak kavramadan, algılayabilir miyiz? Her nesne, aynı zamanda, hem birlik hem de çokluktur ve her nesne algılanırken çevresinden ayırt edilir, çevresiyle karşılaştırılır, şu ya da bu nesne olarak tanınır, daha önce algılanmış olan nesnelere eşit ya da benzer olarak bilinir. Bu nesne bir de mekan ve zaman bağıntıları içinde algılanır. Demek ki, aynı zamanda bir birleştirme, parçalama, karşılaştırma, düşünme de olmayan hiç bir algı yoktur. Yalnızca algılanıp da bu bağıntılar içinde düşünülmeyen bir nesne tasavvur edilemez. Her algıda bir düşünme saklıdır. İki nesneyi karşılaştırmada, eşit veya değil demek, bir eşitlik ve başkalık bilinci ile birlikte eşitlik ve başkalık yargısı da veririz. Nesneyi ‘’ parçalara ayırıyoruz ’’ yerine,‘’ nesne bu parçalardan oluşmuştur ‘’ deriz. Bu bağıntı nesnelere ilişkindir. Yargıların doğru ve yanlışlığı deney yardımı ile bulunabilir, ya a = b , veya değildir, geçen zaman içinde değişmişlerdir. 

Belirli nesneler arasındaki her bağıntı, bu nesneler arasındaki belirli bağıntılarla uyuşamaz. Özellikle eşitlik ve başkalık bağıntılarının birbiriyle uyuşamamalarına gelince, bu olumlu ve olumsuz yargıların, ve bunlarla birlikte doğru ve yanlış yargıların da birbirleriyle uyuşamamalarıyla sıkı sıkıya ilgilidir.

Daha Platon'un belirttiği gibi, olumsuz yargı, başkalık yargısıdır.

Eşitlik bağıntısı - «yanında» bağıntısı gibi evrişik ( konvers ) bağıntılara simetrik bağıntılar denir. Evrişik bağıntılar olarak bu aynı bağıntılarla uyuşamayan bağıntılara ise asimetrik bağıntılar deriz.

Her nesne kendisine eşittir. Eşitlik ‘’ dönüşlü ‘’(refleksi) bir bağıntıdır. Değişmedikleri sürece, eşit veya  başka kalırlar.

Bilgi teorisinde büyük bir yeri olan sorun; Bilgilerimiz, deneyden mi çıkar? , Yargılarımız, deney yargıları mıdır? Deneyden bağımsız, geçerli  olan yargılar da var mıdır? Özellikle yargı, eşitlik, bağıntıları ile birlikte, ampirik ve apriori olarak ayrılmaları, tek anlamlı ve eksiksiz olmadıklarını gösterir.  İki nesnenin birbirinden başka olmayıp birbirine eşit  olduğunu  ispatlamak için deneye başvurmak  gerekir. Nesnelerin  aralarında, simetrik bağıntı, eşit , üç ya da daha fazla nesnelerin , eşitlik bağıntısının değişmeden birbirleri  ile değişebileceklerini, bana deneyler  gösterir. Bu değişimin temelinde ,  eşitlik bağıntısının geçişli ( transitif ) oluşu bulunur.

Bazı bağıntılar deneye dayanırlar. ‘’ İşçi gündelikleri artınca, besin maddeleri fiyatları da artar ‘’ bir yargıdır. Bu yargıyı geleceği de kapsayacak şekilde genişleterek hem geçmiş deneylerin özeti hem de gelecek için birer varsayımdırlar, bunlar, eşitlik ya da başkalıkla ilişkili tüm yargılar, nesnenin özünde bulunan ve bundan dolayı nesnelerin hem tasavvurundan hem de algılanmasından çıkardığımız bağıntıları bildiren, mahiyet kanunlarıdır.             
                     
İki nesne  eşit ise, eşitlikleri bozulmadan başka göründükleri deneyini de yapabiliriz.

Öncüllerden birinin yanlış olduğunu söyleriz, ‘’ işçi gündelikleri artınca, besin maddeleri  fiyatları da artar mı ‘’ sorusuna ancak deney yolu ile, algı aracılığı ile cevap verebiliriz. Burada deney algı, hatırlama ve hayal gücündeki tasavvurun  karşıtıdır. Böyle bir tasavvurun olabilmesi, algılanan ya da real  olan cisim ile ilişkili önermenin geçerliliğine engel değildir. Bu durum salt tasavvur ve hatırlamada da denenebilir. Saptamayı  doğru yapabilmek için fiziksel konular hariç, somut, renkler konusunda, hayal gücümüzün  tasavvuru yetişir. 

‘’ bütün nesneler, kendileri değişmedikçe, birbirleriyle aynı eşitlik ya da başkalık bağıntısı içinde bulunurlar ve eşit nesneler, eşitlik bağıntıları değişmeden birbirleriyle değişebilirler ‘’.

Önermenin doğruluğu ve anlamı üzerinde bir bilinç edinebilmek için karşılaştırmalar yapmış ve eşit nesneleri  tasavvurumuzda değiştirebilir  olmamız gerekir.  Ama yine de bu önerme, ‘hiç bir insan 200 yaşında olamaz’ önermesi gibi bir deney önermesi olmayıp bir mahiyet kanunudur, eşitlik bağıntısının özüne dayanan bir önermedir.  Bu mahiyet kanunundan her türlü nesne ile ilgili başka önermeler çıkar. Genellikle bütün renkleri bir benzerlik sisteminde düzenleyebilmemiz, aynı şeyi seslerle yapabilmemiz, benzerlik, eşitlik ve başkalığın bu gibi mahiyet kanunlarına dayanır. Ancak bu türden daha başka mahiyet kanunları da vardır. Bundan önce mekan ve zaman bağıntılarından, ‘’ yan yana ve ardı ardına ‘’ bağıntıları üzerinde biraz duralım, 
Her zaman noktası, başka bir zaman noktasını izler ve ondan önce gelir.

Her zaman noktası, kendisinden önce ve sonra  olan bir gelecek arasında yer alır. Artlarda bağıntı üzerinde ister gerçekten   algılanmış, isterse yalnız hayal gücünde tasavvur edilmiş bir zaman üzerinde olsun, bize zamanın bütün artlarda gelişlerinin özüyle ilgili bu niteliği şaşmaz bir kesinlikle gösterir.

Bununla birlikte, bu gibi mahiyet kanunlarını koyarken dikkatli olmamız gerekir. Mahiyet kanunlarının doğru olduğu, ama doğru olmayarak, çok geniş olarak  formüllendirilen  haller vardır. Örnek,‘bütün, parçadan büyüktür’. Örnek, yalnız belirli nesneler grubu içindir. Çift sayılar tam sayıların bir bölümüdür, ama tam sayılar çift sayılarla aynı miktardadır. Ancak, bütün sonsuz dizilerin aynı büyüklükte olduğunu iddia etmek de yanlış olur.

Cümleler teorisi» kurulduğundan beri -sonsuz büyüklükler arasında büyüklük bakımından ayrılıklar vardır. Bir çizgi üzerindeki noktaların miktarı, bütün sayıların miktarından daha büyüktür. Bu ikisinin birbirine eşit olduğunu, eşit sayılabileceğini kabul etmek mantıksal bir çelişkiye götürür.

İki nesneyi yalnız eşit bir zamanda yan yana koyarak karşılaştırmaz, art arda getirerek de gözden geçirerek arayabilirim. Böylece incelediğim -a-  nesnesine  eşit  veya farklı olan nesneyi arayan bağıntı bulunur.  a=? , a<? , a>?  bağıntılarında ? yerine x i koyarız, a+x de a, bilinen, x ise bilinmeyen, yerine belli bir nesnenin geçmesi gereken semboldür, x burada yalnız boş bir yer içindir, bu boş yerin bir nesne ile  doldurulması  gerekir. Sembol, bir sorunun olduğunu belirtmektedir. Her soru, bir nesne ile doldurulmasını  arayan bağıntıdır, x değişkeninin boş yerini belirli olmayan hatta sonsuz sayıda nesneler doldurabilir.  Soruya verilen yanıt bir yargıdır. Yargı fonksiyonunu düşünmek, bütün x leri, kolektif olarak değil, kavram birliği içinde toplanmadır. Çizgileri toplama, sesleri  melodi haline getirme, rakamları  şekil bütünü haline getirme, toplanmadır. Seslerin melodi olarak, ortak yönleri, kolektif bir bütün olmaları, bir bütünün kısımlarıdır.  

Nesneleri bir kavram halinde toplamaksa başka bir şeydir. Bunda nesneler kavramın parçaları değildir, tersine, kavramın fonksiyonunu dolduran nesnelerdir. Kavram da bir nesne ile doldurulmayı isteyen bir bağıntıdan oluşmuştur. Kavram diyeceğimize sınıf da diyebiliriz. Her denklem (aRx) bir sınıfı gösterir. aRx yargı fonksiyonunu dolduran belirli olmayan çokluktaki nesneleri, öğeleri kapsayabilmesi sınıfın niteliği gereğidir. Bununla birlikte, bir öğeli olan, hatta hiç öğesi olmayan (sıfır sınıfı) sınıflar da vardır. Örneğin «Amerikan Birleşik Devletlerinin şimdiki başkanı» ile arasında bağıntı olan yalnız bir kişi vardır. Sıfır sınıfına örnek ise   dir, çünkü   sayısına bağıntısı olan hiçbir tam sayı yoktur. Sınıfların özel bir halleri, benzerlik daireleri meydana getirirler. Tüm kırmızı nesneler, tüm keman sesleri kendi aralarında bir benzerlik dairesi kurarlar, yani geçişli (transitif) benzerlikle birbirlerine bağlı olan nesnelerin bütününü oluştururlar. Belirli olmayan büyüklükteki bir nesneler grubunun ’’ kırmızı olmak ‘’ niteliği, bir sesler grubunun  ‘’ belirli bir yüksekliği olmak ‘’niteliği bulunduğunda bu objeler ya da sesler birbirlerine geçişli (transitif) bir benzerlikle bağlı olarak bir benzerlik grubu oluştururlar.

Bu çerçevede bütün-parça   bağıntısında parçalar, bağımsız,  somut ve bağımlı ve soyut parçalardır. Bir yığın ceviz, çizgilerden meydana gelmiş bir şekil bağımsız, somut, birbirinden ayrılabilen parçalar halindeki cevizler ve çizgilerden oluşurlar. Bunlarda her parçayı bütünden ayırabilir, başlı başına inceleyebilir, sonra yeniden bütüne katabiliriz. Bu sırada geriye kalan da bağımsız, somut bir şeydir. Oysa  gördüğümüz  bir şeklin formu ile rengini birbirinden  ayırmaya kalkarsak, bu iki parçanın bir birinden ayrılamaz olduklarını, dolayısıyla da bunların tek başlarına tasavvur edilemeyeceklerini anlarız. Rengi olmayan bir şekil, ne algıda ne de tasavvurda  olmadığı  gibi, formsuz da renk olmaz, renk ile formu birbirinden ayırıp, her birini yalnız başlarına tasavvur edemeyiz, ancak bir arada ele alabilir ve öteki kısımlardan böyle ayırabilirim. Renk ile form görülen nesnenin bağımlı ya da soyut olan kısımlarıdır. Bir bütünün soyut parçası bir niteliktir. Kısaca, sözü geçen nitelik ya da soyut parça, bu sözü geçen benzerlik dairesinde oluşmuştur. Bundan dolayı da bir bütünün nitelikleriyle parçalarını  ayırt etmeyi, benzerlik dairelerini oluşturmak ve karşılaştırmakla öğrenebiliriz.

Bütün sesler aynı yükseklikte olsaydı, sesin özel bir niteliği, özel soyut bir karakteri üzerine bir şey söyleyemezdik. Sesin yüksekliğini işitmek, salt işitiş, renkleri inceden inceye ayırt edebilmek gücü, karşılaştırma ve alıştırma ile yavaş,  yavaş meydana gelen yeteneklerdir, bir cismin ne kadar soyut bir niteliği olduğunu baştan bilemeyiz.

Eşit nesnelerin birbirleri ile değişebilecekleri özelliği sebebi ile benzerlik dairesi öğelerini istediğimiz gibi düzenleyebiliriz. Benzerliğe eklenecek daha büyük - daha küçük bağıntısı, transitif (geçişli) ve asimetrik bir bağıntı olup, bu benzerlik dairesini benzerlik dizisine dönüştürür.

Tam kırmızı ile tam sarı arasında bulunan eşit açıklıktaki iki renk tonu, yüksekliklerine göre düzenlenmiş  sesler de  böyle bir benzerlik dizisinde düzenlenebilir.

Bu dizinin bir başlangıç bir de bitim noktası olabilir, yeni bir benzerlik dizisi başlamış olur. Dizinin bitim noktası olmadığı durumda dizi uzayıp gidebilir. Bir ile başlayan artı tam sayılar dizisi böyledir.

Dizinin hem başlangıç hem de bitim noktası olmayabilir, artı ve eksik tam sayılar dizisi ve her iki yanından da sonsuzluğa kadar uzatılmış olan bir çizgi üzerindeki noktaların dizisi böyledir.

Zaman dizisinin - şimdiki zamandan geriye doğru geçmişe, ileriye doğru geleceğe uzanan zaman noktalarının böyle doğal bir merkez noktası vardır. Dizi, kendi içinde geriye dönen bir dizi de olabilir, başlangıç ve bitim noktaları aynı yere düşerler, bir daire çizgisi üzerinde yan yana olan noktaların dizisi bu çeşittendir. Bu çeşitten bir dizi hiç işitilmeyen çok alçak bir sesle başlar ya da biter, bir sesin genellikle hiç olmamasıyla bir sessizlik başlar.

Sürekli ya da kesikli diziler de vardır. Bir çizgi üzerindeki noktalar ya da zaman noktaları bir süreklilik meydana getirirler, tam sayılar dizisi - 1 , 2, 3, Kesikli bir dizi, her terimi ötekilerinden belirli bir başkalıkla ayrılan bir dizidir. Sürekli dizide herhangi bir terimden kalkarak başka herhangi bir terime ancak sonsuz çokluktaki ara terimlerin aracılığıyla yaklaşabiliriz. Kesikli dizi ile sürekli dizi arasında bir üçüncüsü, her yeri yoğun olan dizidir. O ile 1/2 arasındaki kesirler dizisini düşünürsek arasında 1/3, O ile 1/3 arasında 1/4, sonra 1/5, 1/6, 1/n gibi, sonsuza kadar gider. Bu çeşit bir dizi, her yeri sık, yoğun olan bir dizidir. Böyle bir dizi, terimleri arasında sonlu ayrılıklar bulunan kesikli diziden başkadır. Yoğun dizi, sürekli bir diziden de, bir çizgi üzerindeki noktalar dizisinden de ayrıdır. Çünkü her yeri yoğun olan dizinin değişmez terimleri vardır. 1/2, 1/3, 1/4 ün ayrılıklarını, sonsuz çoklukta öteki değişmez terimleri, bunların arasına yerleştirmekle düzleyebiliriz; oysa sürekli bir dizide bir terimden herhangi başka bir terime ancak sonsuz çoklukta ara terimler aracılığıyla sınırsız olarak yaklaşabiliyorduk. Noktanın kendisi, yok olmuş gibi olan bir uzaklık, büyüklükçe ortadan kalkmış çizgidir. Bir çizgiyi artık bir uzunluk olmaktan çıkacak kadar kısaltırsam, Mekanda  bir  yer kaplamayan noktaya varırız. Bundan dolayı da diyebiliriz ki, her nokta bir sıfır noktasıdır.

Hemen belirtelim ki, bütün bu açıklamalarımız pek kesin olmayan bir biçimde anlatıldı. Oysa dizilerin türlü biçimleri ve yapılan daha kesin olarak tanımlanabilir ve tanımlanmalıdır da.

Dizileri daha kesin olarak belirlemek matematiğe ya da matematik ile mantığın sınırları üzerinde bulunan bir bilime düşen bir ödevdir. Bu kesin olarak sınırlama işi, ancak bu ereğe uygun olan bir formül diliyle yapılabilir, günlük hayatın pek öyle kesin ve ince olmayan dili bu işe elverişli değildir.
Bütün bunları burada artık daha fazla inceleyecek değiliz. Yalnız matematiğin formül dilinin temelini, çıkış noktasını biraz yakından incelemek istiyoruz. Çünkü bu çıkış noktasında insan bilgisinin en önemli bir aracı, insan zekasının en önemli buluşlarından  birisayılar dizisidir.

Yavuz Özler


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder