.

.
.

19 Ocak 2018 Cuma

Karşıtlıktan Uzlaşmaya Diyalektik Bakış: “Felsefenin Temel İlkeleri” (George Politzer) (Aysu İnsel, 19 Ocak 2018)



Karşıtlıktan Uzlaşmaya Diyalektik Bakış: “Felsefenin Temel İlkeleri” 
George Politzer

Son yıllarda, insan ve doğa yaşamlarında deneyimlenen karşıtlıkların, çatışmaların ve ikici (dual) yapıların çizgilerinin giderek güçlendiğini izlerken, çatışma ve karşıt olmanın kara çizgilerini silebilecek veya dönüştürebilecek güçlü yeşil çizgileri; diğer deyişle, bütünsel anlayışın rolünü, araştırıyoruz.  Temel sorularımız: çizgiler bilgiyle dönüştürülür mü? Hangi bilgi? Bilim insanın bilgisi nasıl tanımlanır? Bilim insanı: Nasıl düşünür? Nasıl bilir? Nasıl davranır? Bilim insanı neden sorunları anlamak için kafa yorar? Bilim ve insan yaşamda(n) ayrılabilir mi? Bilim insanının topluma bağı yaşamlara zararlarla mı (örneğin; atom bombası, modern silahlar ve savaş uçakları) gibi, yoksa yararlarla (örneğin; uzayın keşfi, kalp nakli ve ampulün icadı gibi) sonuçlanmalı? Bilim insanı özne ile nesneyi; edilgen ve ettirgen arasındaki farklara nasıl yaklaşır ve bu ilişkilerde bilgiyi nasıl kullanır?

Holistik Bilim yaklaşımımız ile günümüz küresel sorunlarını sorgulamaya ve sorular sormaya başladığımızda; bir yandan düşüncelerin ve davranışların yaratım, kullanım ve değişim süreçlerini; diğer yandan insanın, toplumun ve doğanın davranış kurallarını anlama ve keşfetme yolunu seçiyoruz. Bilgiyi sevmekle başlıyor her şey. Bilgiyi sevmek, felsefi düşünceyi ve yöntemlerini anlamaya yöneltiyor. İndirgemeci yöntemlerden uzaklaşıyoruz ve bütünsellik anlayışını kavramaya çalışıyoruz. Bu süreçte, Guy Besse ve Maurice Caveing tarafından hazırlanan ve 1954 yılında yayınlanan, Georges Politzer’in ders notları ve konuşmalarını içeren yirmi dört derslik “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabından diyalektik öğretinin holistik bakışımıza benzerliğini inceliyoruz. 

“Felsefenin temel İlkeleri” kitabında, “felsefe” genel bir dünya anlayışı ve bu anlayıştan belirli bir davranış tarzının çıkarımı; “bilgi” dünyayı ve insanı bilmek; “bilge” dünyayı ve insanı bilmeye dayanan kurallara göre hareket eden insan,  olarak tanımlanıyor. (s.27) Eğer felsefe dünya anlayışı ise, birbirinin karşıtı dünya anlayışlarının belirlediği kuralları bütünsel bir yapı içinde nasıl değerlendirebiliriz? Hangi yaklaşım ve yöntemleri kullanabiliriz? Bilim felsefesi bilimsel bulgulara ve yaşamsal gerçekleri nasıl açıklar? Diyalektik yaklaşımın temel ilkeleri parça parça incelendiğimizde, her parçanın birlikte oluşturduğu yöntemsel bütünlüğü görerek refleksiyon yapabiliriz. Böylece, kara ve yeşil çizgilerin, tez ve anti tez olarak belirlendiği ikici (dual) yaşamda, diyalektik yöntemi kullanarak holistik (bütünsel) bir sentez yapabilmek amacıyla çalışıyoruz.

Politzer’in “Diyalektik Materyalizm” yaklaşımı “değiştirmek istediklerimizi öncelikle tanımamız gerektiğini” vurgular. Bu anlayışla, değiştirmek ya da değişmesini istediklerimizle tanışmak için yöntemimizi diyalektik yaklaşım olarak belirliyoruz. Bu süreçte algısal yanılgılardan (illüzyonlardan) ve yansımalardan sıyrılarak dünyayı, insanı, doğayı, genel olarak gerçekleri nasıl tanıyacağız? Yöntemi diyalektik, bakışı holistik olan bir bilgi köprüsü oluşturmaya başlıyoruz.

Politzer diyalektik materyalizmin amaçlarını şöyle açıklanıyor: “Diyalektik olarak, evrenin en genel yasalarını, fizik doğadan düşünceye kadar, canlı doğaya ve topluma geçerek, gerçeğin bütün görünümleri için ortak olan yasaları inceler. Materyalizm olarak, bilimsel bir dünya anlayışıdır.”(s.34) “Diyalektik materyalizm bilimlerden ayrılamaz. Ancak bilimlere dayanarak ilerleyebilir, onlardan sentez yapar. Ama karşılık olarak da, bilimlere geniş ölçüde yardım eder.” (s.35)  Bu amaçlar bütünsel (holistik) bir yaklaşım içermektedir. Bütünü oluşturan, farklı özelliklere sahip parçaların ortak özelliklerini ya da ortak yasalarını gösterecek bilgiyi arıyoruz. Politzer, doğa olaylarını ele alış biçimi, araştırma ve tanıma yöntemine “diyalektik”; doğa olaylarının yorumlanışı ve anlayışı, yani teorisini, “materyalist” olarak açıklıyor. (s.42)

Diyalektik yöntem; şeyleri ve kavramları, karşılıklı bağlantıları, karşılıklı etkileri ve bundan kaynaklanan değişiklikleri ve doğuşları, gelişmeleri, yok oluşları içinde göz önünde tutarken, bütün ayrımların da göreli olduğunu kabul eder. Çünkü gerçekte her şeyin şu ya da bu şekilde birbirine bağlı olduğunu, her şeyin aralarında birbirini etkileme durumu olduğunu kabul eder. (s.47) Diyalektik yöntem, hareketi bütün biçimleriyle dikkate alarak, hareketi “karşıtların savaşımı” yasası ile açıklar. Bu yasayla ikici yapılar (dualite) bir fenomen olarak kabul ederek, toplumun gelişimi ve dünyanın değişimini diyalektik yöntem ile açıklamaya çalışıyoruz.

Politzer, toplumun gelişimini açıklayan yasaları (diyalektik yöntemin özelliklerini) dört ana başlıkta toplamaktadır:
  1. Her şey birbirine bağlıdır. 
Diyalektik, nesnelerin ve görüngelerin organik olarak birbirine bağlı bulunduklarını, birbirlerine bağımlı olduklarını ve karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırdıkları bağlantılara tam bir bütün olarak bakar.” (s.55)
Holistik bir yaklaşımla bu özelliğe bakıldığında, Politzer’in tanımladığı bu özelliğin insan, toplum ve doğal yaşamlarda var olduğu açıkça gözlenmektedir.
  1. Her şey durum değiştirir. 
Diyalektik, doğanın dingin ve durağan, durgun ve değişmez bir durumda değil; kimi şeylerin doğduğu ve geliştiği, kimi şeylerin dağıldığı ve yok olduğu, sürekli hareket ve değişme, kesintisiz yenilenme ve gelişme durumunda olduğunu kabul eder.”(s.69)
  1. Nitel değişiklik.
 “Diyalektik, gelişme sürecini nicel değişmelerin önemsiz, gözle görünmeyen, için için değişmelerden; göze çarpan, kökten değişmelere, nitel değişmelere geçen; nitel değişmelerin hızlı, ani olduklarını, bir durumdan öteki duruma sıçramalarla geçerek gerçekleştikleri (zorunlu, farkına varılmayan, hissedilmeyen, nicel değişimlerin birikimi sonucu gerçekleşen bir gelişme) süreç olarak alır.” (s.85)
Nitel değişiklik ile nicel değişiklik arasındaki bağı doğanın ve toplumun evrensel yasası olarak açıklayan Politzer’e göre, nitel değişiklik bir yanılsama değil; doğal bir yasaya uyan, nesnel, maddi bir olaydır. Bu durumda bilim, bir nitel değişikliğin oluşması için zorunlu nicel değişikliklerin neler olduğunu anlar.
  1. Karşıtların savaşı.
Diyalektik, doğadaki nesnelerin ve olayların içi çelişkiler içerdiklerini çünkü hepsinin olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişleri ve bir gelecekleri olduğu, hepsinin yok olup giden ya da gelişen ögeler taşıdıkları görüşünden yola çıkar.”(s.101) Karşıtların savaşımı, eski ile yeni arasındadır, ölen ile doğan arasındaki, yitip giden ile gelişen arasındaki savaşım, nicel değişmelerin nitel değişmelere çevrilmesinin içindeki içerik olarak tanımlayan Politzer, “Biz gördük ki, bütün gerçek harekettir ve bu hareket evrenseldir; kendi aralarında zorunlu olarak bağlantı nicel ve nitel olarak iki biçime bürünmüştür”, der. Hareketin ilkesi incelemedir; çelişkilerin incelenmesi ise niteliklerin ortaya çıkarılmasıdır. Hareketi inceleme, daha az bilgiden daha büyük bilgiye dereceli olarak geçişin devindiricisidir.  Doğal ve toplumsal olayları çelişki ile açıklayan Politzer’e göre çelişkilerin incelenmesiyle ortaya çıkan nitelikler: çelişki içtedir; yenileştiricidir ve karşıtların birliği vardır. (s.101) Çelişkilerin evrensel ve özgül niteliklerinin birbirinden ayrılmaz olduğunu vurgulayan Politzer’in yaklaşımına göre “özgül, mutlak değildir, bağlantılıdır ve evrenselden ayrılırsa hiçbir anlam taşımaz, diyalektik bütünlüğü yitirir. (s.124)

Sonuç olarak, Politzer’in diyalektik yaklaşımında “bilim, teori ile pratiğin birliğidir ve karşıtların evrensel yasası her zaman somut biçimde, yaşamın özellikleriyle kendini ortaya koyar.” (s.125) Ortada bir durum var: tez (çatışma), karşında anti-tez (uzlaşma) ve çabamız holistik (bütünsel) yaklaşımla bir sentez oluşturuyoruz…


Aysu İnsel (19 Ocak 2018)


MUTLULUĞUN VE ERDEM: ARİSTOTELES (Christa Mesnaric) (Aysu İnsel, 19 Ocak 2018)




MUTLULUĞUN VE ERDEM: ARİSTOTELES
Christa Mesnaric

“Bütün kendi parçalarının toplamından fazlasıdır.”

Mutluluk nedir? Kusursuz olma çabası yaşamı iyileştirir mi? Christa Mesnaric tarafından yazılan ve keyifle okunan “İŞ’te Aristoteles” kitabı, hem bir bilim insanı ve araştırmacı, hem de filozof olan Aristoteles’in fikirleriyle yöneticilere ışık tutuyor.

Aristoteles’e göre insanın en önemli serveti mutluluktur. (s.35) Mutluluğu arayanlara erdemlerini (yeteneklerini) yaşamaları, ruhlarını açarak doğada var olan kusursuzluk çabasının davranışlarını etkilemesine izin vermelerini önerir. Aristoteles doğayı, bir gelişimin eksiklerini tamamlayan süreç olarak görür. 

Kusursuz olma çabası, yaşamı iyileştirme isteği ile birlikte yol alır. Aristoteles insanın tüm çabasının ruh yaratma mücadelesi olduğunu anlatmıştır. İnsanın çabaladığı şey, ruhunda yerleşiktir. Çabaya değer ve doğru olanı akıl gösterir. Kişi ancak kişiliği olgunlaştığı ve karakterini algılayıp sergilediği zaman onu kabul eder ve karakterle bütünleşir. İnsan, bütünleşme aşamasından sonra kendini yaratma aşamasına çıkar; iyi özelliklerini, yeteneklerini, erdemlerini ve becerilerini başkalarının kendinin iyiliği için harekete geçirir. 

Mutluluk, dış etkilerden bağımsız ve kalıcı ise içsel durum da özgürlük vardır. Duygusal tutsaklıklardan, hırs ve eğilimlerden bağımsızlık vardır. Aşırılıktan uzaklaşmak, içsel dengeye ulaşmak için erdeme ulaşmak önerilir. 

Aristoteles’e göre erdem potansiyeller ya da uygulanabilir yeteneklerdir. Erdemi insanın en yüksek potansiyeli olarak görür; ruhun akla uygun ya da akıldan yoksun olmayan etkinliğidir. Erdemli yaşam, dürüstlük, yüreklilik ve ölçülü olmaktır. Aristoteles’in anlayış yetenekleri, teorik erdemdir. Bilgelik, zeka, mantıklı düşünme ve idrak etmektir.  Karakter özellikleri; etik yetenekler, yiğitlik, ölçülü olmak ve cömertliktir. Duygu yönetimini, duyguların (kıskançlık, haset, öfke, hırs, nefret, panik, melankoli, istek, haz, gurur, aşk, korku, keder gibi) mantıkla bütünleşmesi olarak tanımlar. 

Aristoteles, doğru davranma dürtüsünü, “orta düşünce”, yani iki uç arasında en uygun olan olarak tanımlar. Örneğin, cesaret korkaklık ile gözü peklik; cömertlik cimrilik ile savurganlık arasında çabaya değer olan, ortada duran karakter özelliğidir. Aristoteles’e göre sakınılması gereken üç karakter özelliği vardır: Aşağılık duygusu (korku, fark edilme isteği), kendine hâkim olamama (duygulara teslimiyet, zafiyet), hayvansı doğa (şiddet). Aristoteles tepkiler üzerine karar verici olanın, daha yüksek mantık, insanın bilgeliği olduğunu savunur. Çünkü duygular zamansal kısıtlamaları olan görüntülerdir. Kalp insanda ruhsallığın mekânıdır. Temiz ve sevgi dolu bir kalp, doğru davranma dürtüsünün kaynağıdır


Aysu İnsel (19 Ocak 2018)


BENİM GÖZÜMDEN DÜNYA - ALBERT EINSTEIN (Aysu İnsel, 19 Ocak 2018)


BENİM GÖZÜMDEN DÜNYA - ALBERT EINSTEIN

Einstein’ın kişilik özelliklerini anlatan bu kitap “İnsan hayatının ya da bir bütün olarak organik hayatın anlamı nedir?” (s.21) sorusuyla başlar. Yanıt ise: “Hem kendisinin hem de türdeşlerinin hayatının anlamsız olduğuna inanan yalnızca bahtsız değil, aynı zamanda neredeyse bu hayattan dışarı atılmış birdir.” Kendini hayatın içinde sanan ama aslında kendisi hayatın dışına atan ama farkında bile olmayan bir insanın durumu ne güzel bir ifade edilmiş.

Einstein’ın hayatın içinde, alma ve verme haline bakışındaki derinlik ise şu sözleriyle ifade ediliyor: “Her gün yüzlerce kez kendi kendime, hem iç hem de dış yaşantımın, hayatta olan ya da olmayan başka birçok insanın emeğine bağlı olduğuna ve onlardan aldığım kadarını yine onlara geri verebilmek için gayret sarf etmem gerektiğini hatırlıyorum.”

Sade bir hayat, ruhsal ve bedensel açıdan en iyi yaşam olduğuna inanmasına rağmen, insan davranışlarının hem dış baskılardan hem de içsel zorunluluklar tarafından yönlendirildiğine inanır. Schopenhauer’ın “İnsan arzu ettiği gibi davranabilir, ancak arzu ettiğini arzu etmez”, (s.18), sözü kendisinin ilham ve güç kaynağı olmuştur. Hayatını “Hakikat, İyilik ve Güzellik” idealleriyle ifade eden Einstein, mülkiyet, gösteriş ve lüks heveslerini anlamsız bulmuştur.  

Sosyal adalet ve Toplumsal sorumluluğa olan inancına rağmen, yalnız olmayı seçmesi özgürlüğüne verdiği değer olabilir. “Zor görevlerin başarıya ulaşabilmesi için düşünme, yönlendirme ve sorumluluk alma işini, yalnızca bir kişinin üstlenmesi gerektiğini farkındayım. Ancak, …, zorlanmaya dayalı despot bir yönetim kısa zaman içinde yok olacaktır” (s.19-20). Bu sözleriyle sadece kendi özgürlüğünü değil, herkesin özgürlüğüne verdiği önemi belirtmektedir. 

Yaşayabileceğiniz en kayda değer deneyim esrarengiz olanın deneyimidir. Bu gerçek sanat ve bilimin kökeninde yatan en temel duygudur. Her şeyi bilen biri ne merak eder, ne şaşırır; bir ölü kadar duyarsızdır, sönmüş bir mum gibidir” (s.21). Bu sözler bilgi sınırsız olduğunu, gelişmiş yaratıcılık yetisi ve bilime verdiği önemle bilgi ışığının daima yanması gerektiğini anlatmaktadır. Bu anlayışı, Leonardo Da Vinci’nin, “Işık, mumun üstünde doymak bilmez ateştir. Mum tükenince o da tükenir” sözleriyle birleştirdiğimizde, bilginin ihtiyacın ötesinde yaşamsal bir değer olduğunu anlıyoruz. 

Einstein, bilgi ve inançların başkalarının yarattığı dil aracılığıyla yine başkaları tarafından bizlere aktarıldığını, “İnsanın gerçek değeri her şeyden önce kendi kendisinden özgürleşmeyi ne ölçüde ve ne anlamda becerebildiğiyle belirlenir”(s.24), sözleriyle de, doğadaki hayvanlardan farkımızın toplum içinde yaşama avantajına sahip olmak olduğunun vurgulamaktadır. Bir insanın toplum içinde değerinin, toplumun iyiliğine kattıklarına bağlı olduğunu, “Bireyi önemli kılan ve onun kendisi olmasını sağlayan şey bireyselliğinden çok fiziksel ve ruhsal varoluşunu beşikten mezara kadar yönlendiren büyük bir insan topluluğunun üyesi olmasıdır” (s.24), sözleriyle belirtir.  İyi ve kötü ayrımını, duygu, düşünce ve eylemlerdeki amaç ile belirlenir. “Nasıl ki bireyin kişiliği toplumdan beslenmeden gelişmezse, toplumun gelişimi de yaratıcı, özgür düşünen ve hüküm veren kişiler olmadan mümkün olmayacaktır” (s.25), sözleriyle yaşadığı dönemi değerlendirmektedir. Aslında bu değerlendirmenin sadece kendi dönemine ait değil, günümüzde ve her zaman geçerli olduğuna inanmaktayız. Einstein, yaratıcılığın azalmasından, liderlik vasfı taşıyan insanların yokluğundan, insanların adalet ve bireysel haklara olan inançlarının azalmasından bahsederken, yine de geleceğe yönelik olumlu inancını da, “… Geleceğin tarihçilerinin bu dönemin marazi belirtilerini, yükselmeyi hedefleyen insanlığın aşırı hızlı ilerleme nedeniyle tutulduğunda bir çocukluk hastalığı olarak açıklamasını temenni ediyoruz” (s.27), sözleriyle gerekçelendirmektedir. 

Einstein, çok yönlü bir kişi olan ve Fizik Nobel ödülü sahibi, H. A. Lorentz’e olan hayranlığını şu sözleriyle ifade eder:  “Bilimsel araştırmalarda on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan yoğun uzmanlaşmayla beraber, bir bilim dalında lider konumunda bulunan bir kişinin aynı zamanda uluslararası organizasyonlar ya da politikada topluma hizmet etmesine artık pek sık rastlanmıyor. Böyle bir hizmette bulunabilmek için enerji, bilgi ve somut başarılara dayanan itibarın yanı sıra, bizim zamanımızda nadir rastlanan ulusal ön yargılardan kurtulmuş olma ve kendini tüm insanlığın ortak amaçlarına vakfedebilme gibi özelliklere sahip olmak gerekiyor. Ben H. A. Lorentz kadar tüm bu özellikleri kendisinde en mükemmel şekilde birleştiren bir kişi daha tanımıyorum”, (s. 27-28). Einstein’ın bu yorumuyla, günümüz dünyasında, bugün, en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir eksikliği vurgulamaktadır.

1879-1955 yılları arasında bu dünyada nefes alan Einstein’ın portresini oluşturmak amacıyla hazırlanan “Benim Gözümden Dünya” kitabını herkesin okumasını öneriyoruz. Kitabın ön sözünde de belirtildiği gibi; “Bu kitap, her birimizi kendi tavır ve fikirlerini gözden geçirmeye zorlayan bugünlerde, bu inancın bir savunusunu yapmak üzere tasarlanmış”, harika bir kitap.

Aysu İnsel (19 Ocak 2018)